İki bölümde aktarmak istiyorum bu filme dair izlenimlerimi; Genel Bakış ve Bana Göre
Genel Bakış...
166 dakika boyunca göz bile kırpmadan ekrana çakılı kalarak seyredilecek keyifte bir görsel şölen var filmin tümünde. Titanic ile yakaladığı dillere destan başarıyı Avatar ile tamamen zirveye taşıyan
James Cameron tüm dünya tarafından ayakta alkışlanıyor, uzun bir sürede bu tempoda el şaklatmaya devam edilecek gibi gözüküyor.
Henüz seyretme fırsatı bulamamış olanlar için filmin orginal sitesi:
http://www.avatarmovie.com/Filmin müzikleri başlı başına büyüledi beni;
James Horner ve Leona Lewis gerçek bir başarıyı imzalamışlar.
(Filmin "I See You" isimli Soundtrack’i gerçekten büyüleyici, dinlemek isteyenler http://fizy.com/s/1b74vv adresinden dinleyebilirler)
Yazının bundan sonraki bölümü filme dair ipuçu içermektedir, detay bilmek istemeyenler lütfen okumaya devam etmesinlerFilmin içine girince sanal ile gerçek arasında sıkışıp kalmış bir adamı seyrediyorsunuz aslında:
Jake Sully.Adam sakat, iki ayağını da yitirmiş bir tekerlekli sandalye mahkumu. Ve en büyük hayali de elbette bacaklarına kavuşabilmek. Sırf bu tedaviyi olabilme şansı kazanabilmek için enerji kaynaklarıyla Dünyalıların gündemine oturmuş olan Pandora isimli bir gezegene gidiyor. Şirket, Avatar olarak adlandırılan bir proje geliştirmiş; gezegen halkı Na’vilerin DNA’sı ile insan DNA’sını birleştirerek ajan görevi üstlenecek bir tür sanal ikiz yaratmakta. Proje gereğince gezegen halkını bölgeden arındırmak üzere yapılan bu ilginç araştırma için gerçek kimliğiyle bütünleşebilecek bir sanalının yaratılmasına izin veriyor Jake.
Sistem şöyle çalışır; Jake bir kabinin içine girip uyku pozisyonu aldığında Na’viler arasına karışacak olan kopyası Avatar hayatına başlar, Avatar uyurken ise Jake kabinden çıkıp normal kimliğine dönmekte ve bu sayede iki ırk arasında tek taraflı bilgi akışı sağlamaktadır.
Fakat Jake’in ayaklarına tekrar kavuşmak için bu çalışmayı bitirmesine neden kalmamıştır çünkü Avatar olduğu zamanlarda tüm bedenini istediği gibi kullanabilmektedir. Üstelik normal bedeninden daha büyük, güçlü ve kabiliyetlidir sahip olduğu yeni beden. Na’vilerin dünyası ise gerçek hayattan daha ilgi çekici ve büyüleyicidir.
Günden güne bu yeni hayata dair kabiliyetleri daha fazla gelişmektedir. Üstelik kabile reisinin yetenekli ve güzel bir savaşçı olan kızıyla duygusal bir ilişki içine girmiş, zaman geçtikçe yaşadığı yeni hayattan daha fazla tatmin olmaya başlamıştır. Yürüyor, koşuyor hatta uçabiliyor bile olduğu bu yeni dünya onu hızla kendisine bağlamaktadır.
Buraya kadar herkesin gözlemlediği film geneline baktık. Şimdi gelelim bu film benim için ne ifade etti, benim dikkatimi çeken altmetin ne üstüne kurulmuştu ve neler düşündürdü kısmına...Bana Göre...Ekranda seyrine doyamadığımız bu muhteşem görsel şölenin, aslında günümüz insanı hayatının oldukça anlamlı ve bir o kadar da düşündürücü bir detayı olduğuna dikkat etmek lazım…
Evde eşinden sevgi bulamayan, ailesinden saygı göremeyen, işinde takdir edilemeyen, yeterince kazanamayan, gerektiği kadar sosyal olamayan, kendini istediği gibi ifade etmeyi başaramayan, istediği imkanlara sahip olamamış fakat bütün bunlara sanal ortamlar sayesinde kavuşabilmek şansı bulan, sanal dahi olsa kendisinden bir mucize yaratmaya çabalayan yüz binlerce insanın hayatını seyreder gibi hissettim kendimi filmin her sahnesinde.
Gerçek hayatlarının rutininde bunalmış insanların bir ekran ve birkaç tuş vasıtası ile istedikleri gibi yarattıkları muhteşem “Sanal Kimlikler”e kavuştukları noktaya dokunmuş bu anlamda film. Özellikle de Na'vilerin uzun kabloları andıran saçları ile Pandora'nın diğer fonksiyonlarına bağlandıkları ve onları yönettikleri sahnelerde altı kuvvetle çizilmiş bu temanın.
Günlük çaresizliklerine biraz olsun mola verip o gün için kendi dünyalarını daha çekilir kılıp en azından günü kurtarmak gayretinde olan; kendilerini daha güzel-yakışıklı, akıllı-kabiliyetli, bilgili, sosyal, ilgi çekici, donanımlı, aktif, sevilen ve özel hissedebilmek adına klavye kuşanan, yarattığı Avatarlar ile avunan insanlardan hiçbir farkı yok filmin ana karakteri Jake’in de.
İşte bence tam da bu detay; filmi seyredenlerin kendilerine farkettirmeden yapılan ufak temaslar ile filmin içine çekilmelerine ve uzun soluklu alkışlamalarına sebep yaratan bir çekim gücü oluşturuyor. Çok dışımızda gibi gözükse de aslında belki de tam içimizde yaşanıyor Pandora'nın benzersiz güzelliği ve imkansız mümkünlüğü...Bizim “klavye karakteri” dediğimiz bu tiplerin, ekran karşısında kendilerini istedikleri şekle sokup durumun gerektirdiği donanımla sahne almaları ve bu sayede milyonlarca kaplan gücünde hissedip, kendilerince tatmin olmalarıyla aynı kapıya çıkıyor gerçek hayatında ayakları bile olmadığını unutup uçabiliyor olduğuna mutlu olan Jake’in durumu.
Avatar olduğu zaman tek gerçek olanın kendi kararları olduğunu göz ardı edip o kadar sahipleniyor ki bu mucizeyi; sanalına sahip çıkmak uğruna büyük bir savaşın tarafı oluveriyor bir anda.
Yanında da birkaç masum insan…
İşte günümüzde hemen hemen tüm insanlığın içinde boğulmak üzere olduğu ikilem…
“Hangi ben?” ve “Hangi Dünya?” ikilemleri…
Hangisi; mükemmel olan mı yoksa gerçek olan mı?