30 Eylül 2009 Çarşamba

Korkuluk

Sırf kolları iki yana açık diye her yolumuza çıkanı bizi sevgiyle kucaklayacak sanmamalıyız aslında. Belki de sadece biraz kumaşla kaplanmış iki parça tahta ve biraz sapla samandan ibarettir.



Zaman bana başkasının tarlasına girmiş karga muamelesi görmek istemiyorsam eğer gözlerine baktığım zaman yüreğini de görebildiğim dostlar edinmemi nasihat etti

Haksız da değil galiba...

14 Eylül 2009 Pazartesi

Haydi çocuklar okula :)



Doğursam mı yoksa biraz daha serseriliğe doysam mı derken doğurup; ay daha bebecik, aman o hala minicik derken büyüttüğüm miniğimle birlikte nihayet ilköğretimin ilk basamağına adımımızı atıp Anasınıfı talebesi olduk :)))

Geçen seneden kreş tecrübemiz var ama bu biraz daha ciddi bir adım gazına o kadar gelmişiz ki dün gece hiç birimizi uyku tutmadı. E doğal olarak sabah saat 10:00 daki tören için kalkmamız gereken saatte epey zorlandık. " Kışları neden böyle oluyor anne? Ben uykusuz kalkıyorum hep, zor oluyor uyanmak" diye bir dizi ahretlik soru eşliğinde bana Günaydın diyen oğluşuma kışları daha erken kalktığımızı anlatırken buldum kendimi. Bir taraftan da yatakta kıpırdandığı anda tost makinesine attığım tostu ve sütü yedirip törene yetişelim telaşına harfiyen uyduğumuzu anlatmama gerek yok sanırım :)

Zar zor evden çıkmayı becerdikten sonra okul kapısına vardığımız anda diğer velilerle birlikte kapıdan içeri giriyor olmak beni bir sulandırdı ki tarifi mümkün değil. Bismillah diyemeden hüngür hüngür ağlamaya başladığımı farkettiğim anda bir panikle ellerim direk gözlerime gitti. Güneş gözlüğünü zaten takmış olduğumu farkettiğimde biraz rahatladım ama ne çaredir ki hüngürtü peşimi bırakmadı bir türlü.

Burnumu çeke çeke, hıçkıra hıçkıra ama gözlüğün ardına saklı vaziyette omuzlarım durmadan titrerken bir öğrencinin gülerek yüzüme baktığını gördüm. "Hangi sınıftasınız?" diye sorduğunu fark edip yanıtlayınca elimize bir okul kimliği ve Türk Bayrağı tutuşturuverdi bu küçük abla. Kimlik ve bayrak elime gelir de ben susabilir miyim? Hüngürtü tam gaz devam... Yanaklarımdan aşağı yuvarlanıyorlar ve ben tam gözlüğün bittiği yerde işaret parmağımla karşılayıp yüzümden uzaklaştırmaya çalışıyorum onları.

Oğlan farkında bile değil. Zaten müzik benim hıçkırıklarımı saklıyor çok şükür :))) Gözlerim yaşlardan dolayı görevlerini yapamayacak durumda olduğu halde 5 yıllık anneliğin verdiği pratiklikle oğlanın başını bulup üzerinde adının ve sınıfının yazılı olduğu boyun kimliğinin askısını geçiriveriyorum el yordamıyla. Bu da tamam!

Okul süslenmiş. Her yer bayraklar, dev Atatürk resimleri ile donatılmış ve marşlar çalıyor ard arda. E sebep mi lazım, hıçkırmaya devam tabii :)

Baktım annemle babam da yetişmişler törene bize bakınıyorlar el salladım hemen, annemin elinde selpak, babamda güneş gözlükleri :)) Evet dedim, bunlar hakikaten benim ailem :)))

İstiklal Marşı ve Saygı duruşunda ağladım, Hoşgeldiniz dediler ben ağladım, Kaymakam konuştu ben ağladım, Okul Müdürü konuştu ben ağladım, basından biri resmimizi çekti ben ağladım, öğrencinin biri unuta unuta bir şiir okudu ben ağladım, oğlum dahil tüm öğrencilere hediye dağıttılar ben ağladım, okulun dans grubu Salsa gösterisi yaptı ben ağladım, iki kardeş öğrenci keman çaldılar ben ağladım, jimnastik gösterisi yapıldı ben gene ağladım, Romen havası oynadılar ve ben gene ağladım :))

O kadar çok ağladım ki... Hoş Hababam Sınıfı'nın müziğini duyunca bile ağlayabilmek konusundaki başarım dilden dile dolaşmaktadır cemaat içerisinde fakat bugün ben bile durumuma endişe eder oldum.

Biliyorum ki bugün bu heyecanı benimle birlikte yaşayan pek çok anne ve baba var. Dilerim ki hepimizin evlatları bu vatana ve millete güzel işler yaparak bizi onurlandıracak; bayrağımızı ilelebet göğümüzde dalgalandıracak kudrete sahip çıkabilecek ve her koşulda Atatürk'ün izinden yürüyecek Aydın Türk Gençleri olarak büyüyecekler.



Ne mutlu Türk'üm diyene!

13 Eylül 2009 Pazar

Ve suçlu bulundu!

Günlerdir Selimpaşa ve İstanbul'un diğer pek çok bölgesinde yaşanan elim afet sonucu gereksiz bir şekilde Belediye Başkanı ve idarecilerin üstüne yüklenen, hadlerini bilmeden bir de bu masum insanların günahlarını alıp İSTİFA çığlıkları atanlar

Bi susun!

Bi susun da asap bozmayın!

Allah'ın gazabına kimin ne şekilde ve nerede uğrayacağını bu zavallı kullar nereden bileceklerdi ki?

Böyle bir afet karşısında kulların elinden gelen merhumların bedenlerini bulmaya çalışmaktan başka ne olabilir ki?

Alın işte size bu afetin sorumlularının fotoğrafları:




Gidin becerebiliyorsanız onlardan sorun hesabınızı!

Bizi de bi rahat bırakın!!

Bizi mi dedim?

Yok canım biz de ne demek ?

Şurada tarafsız bir bakışla suçlu teşhir ediyoruz sizin takıldığınız şeye bak!!

Alt tarafı dilimiz sürçmüş

Ruhunuz fesat sizin...

12 Eylül 2009 Cumartesi

Kadın&Erkek




Tanrı Erkeği; kadını istediği her koşulda avlayabilmesi için "Yalan" yeteneği ile donatmış.

Kadını ise erkeğe av olmaması için "Önsezi" ile...

Fakat ne tuhaf bir iştir ki bahsi geçen Kadın; sadece kendine armağan edilen önseziyi yaratıldığı günden bu yana Erkeğe av olabilmek için kullanmış...

( Erkek sadece yalan söyler, kadın ise sadece erkeği avlamak için çırpınır anlaşılmasın lütfen :) Duruma özel bir belirlemeydi sadece )

9 Eylül 2009 Çarşamba

Beyaz Eşya'n mı var Derdin var!

Tatile giderken evin beyini evde bırakıyor olmanın bir sonucu olarak dönüşte hırpalanmış bir çok beyaz eşya ile baş başa kaldım. El direk telefona gitti ve nedense her biri başka markalardan alınmış olan bu eşyaların tamirleri için servisleri arandı.


Sonuç son bir haftadır eve servisin biri girer biri çıkar oldu. Beyaz eşya alırken tercihlerimizi biraz da servislerinin kalitesini düşünerek kullanmamız gerektiğini bir kez daha öğrendim. Blog okuyucularına da tecrübe olması açısından işte benim bu haftaki analizlerim:

İlk olarak yeni aldığım Vestel marka derin dondurucu için servisin gelmesini istedim çünkü kapı yönünün değişmesi gerekiyordu. Servis söylenen gün gelmedi. Telefon ile birkaç yetkili aradım ve ertesi gün servis nihayet teşrif etti. Ürünün fişini takıp çalıştırmıştım zaten. Şöyle bir bakıp “Aaaaa bu model için parça yok yanımızda” dediler! Gel de deli olma. 2 Gün boyunca otur adamları bekle evde, nazlana nazlana gelsinler bir de tek çağrılma sebepleri Kapı Yönü Değiştirmek olduğu halde gerekli parçayı getirmemiş olsunlar.

İnanılır gibi değil… Tabii direk birkaç yetkili tarafımdan bizzat fırçalandıktan ve hizmet anlayışları için sorgulandıktan; binlerce özür dilenmesine şahit olunduktan sonra kadere razı olup arkadaşların parça geldiğinde tekrar gelmesine mecburen “Tamam” denir.

Birkaç gün sonra Vestel ile tekrar görüşülür ve geleceklerini söyledikleri gün için diğer eşya servislerine de randevu verilir.

Bahsi geçen gün ilk olarak bozulmuş olan Arçelik marka çamaşır makinesi için aranmış olan servis telefon açar. “Ekip evinize varmak üzere, müsait misiniz?” Diye sorar kibar bir ses telefonda. “Tabii dersin, onları bekliyorum”. Kapı çalınır, selam veren teknik eleman ürünün yerini sorar ve arızayı tespit eder.

Servise götürmeden evde de yapabileceğini ve bedelini ilettikten sonra birkaç gün önceki Vestel servisiyle kıyaslayan ve şokta olan ben sorarım “ Peki ne zaman yapacaksınız?”. Güler teknik görevli ve “ İsterseniz hemen giderebiliriz”. Ben ısrarla “ Ama motor değişecek dediniz, motor var mı ki yanınızda?” derim. Görevli gene güler, “Servis çağırmak için aradığınızda model ve sorunun yaklaşık tarifini sizden bu yüzden istedik. Olabilecek muhtemel arızalar için malzeme ve yedek parçalar yanımızda bulunur her zaman!”

Al sana tokat gibi cevap… Çamaşır makinemin motoru 5 dakikada değişir, temizliği ve bakımı yapılır ve görevli teşekkür ederek evden ayrılır.

Sonra bozulmuş olan aspiratör için” tamire gerek yok, yenisi en iyisi” mantığına bürünmüş olan bizler bu sefer de Bosch ile karşılaşırız aynı mekanda. Önce kapı çalar ürün gelir. Ardından 1 saat sonra da teknik ekip gelir. Aynen alırken söyledikleri gibi… Görevliler galoşlarını giyip içeri girer ve eski modeli söküp yerine yenisini takar, nasıl çalıştığını birkaç saniyede anlatır ve teşekkür edip giderler. Ne ev kirlenir ne de sinir bozulur.

Sonra sıra gelir kombinin yıllık bakımı için çağırılan servise. Baymak görevlisi galoşuyla gelir, girer eve ve son derece titiz bir şekilde açar ön paneli, siler, temizler, ölçümlerini yapar ve genel bilgi verir. Sonra da teşekkür edip gider. Gene her şey yolunda…

Aradan birkaç saat geçer ve Arçelik ile Baymak müşteri hizmetleri tek tek ararlar, “Servisinizden memnun kaldınız mı?” diye bir de bilgi alırlar…

Peki ya Vestel ? Saat akşamın 20:50si oldu hala ortada yoklar!

İşte size birkaç marka hakkında sıcacık tecrübe….

4 Eylül 2009 Cuma

Aslında Bayan Blum Sütçüyü Tanımak İstiyordu

Edebiyatta herkesin illaki okunması gerekir diye düşünmesini sağlayacak bir moda olmaması gerektiğini savunan insanlardanım. “Çok satanlar” genelde sadece o rafta durduğu için çok satılırlar aslında. Ve bizler ilk önce o raflara uğrar, yukarıdan aşağıya doğru takip ederiz rafa değer görülmüş kitapları.

Böyle düşünüyor olduğum halde bu ritüali harfiyen uyguluyorum malesef ( Altı üstü İnsanız, toplumu güden davranışların sopası altında yaşıyoruz ne de olsa :) ) Çok Okunanlara Saygı merasimi bittikten sonra da rafların arasına dalıyor ve rastgele dolaşıyorum etraflarında. İşte böyle kitapçı raflarını karıştırırken adını bilmediğim yazarların adı duyulmamış yazdıklarına doğru yönelir ilgim sıklıkla...

Gene böyle bir Kabalcı ziyaretim sırasında bulduğum bir kitaptan bahsetmek istiyorum; İsviçre’den Peter Bichsel tarafından yazılmış, Perihan Anaç tarafından Türkçeleştirilmiş ( çevrilmiş diyemedim çünkü sadece Türkçeleştirilmiş gibi geldi bana )

Aslında Bayan Blum Sütçüyü Tanımak İstiyordu

Tamamı topu topu adı kadar neredeyse. Bir kahve içimlik zamanda çevrilip okunacak kadar sayfaya sahip sadece. İçerik derseniz iletişim yoksunluğunu göz önüne seren bir hikayeler bütünü kaleme alınmış.

Kitabı 19 Temmuz 2008 de 0,50TL’ye almış ve okunacakların arasına atmışım. Yazar aslında İsviçre Edebiyatının bilinen isimlerindenmiş bu arada. Benim kitabı alırken bunu bilmiyor olmam bir kusur mu onu bilemedim… Ne çok satanlardaydı ne de tanıdığım bir ismi vardı fakat her şeye rağmen yok denecek bir paraya satın aldım, eve getirdim ve okudum. Bu iyi bir kader bence kitap için. Sen tut İsviçre’de bile adın bilinmezken ( kitap yazarın ilk kitabı) otur birkaç sayfa karala, kadının biri yıllar sonra İstanbul’da alsın, okusun üstüne bir de blogunda paylaşsın. Hayat gerçekten sürprizlerle dolu 

Bir de meraktan abartıp adını googlelayınca aslında Ekşi Sözlük’te bahsinin geçiyor olduğunu görüp “Evet” dedim “gerçekten Hayat sürprizlerle dolu…” :)

Neyse…

Emeğe saygı diyerek içeriği daha fazla deşifre etmek istemiyorum fakat yazıyı kitaptan yazacağım tek bir cümle ile bitirmek istiyorum

Umut, merdiven çıkmayı kolaylaştırır. Hayal kırıklığı ile sadece aşağı inilir…

Umudunuz bol yolunuz açık olsun,

Sevgiler

Free Counter