15 Şubat 2011 Salı

Tesadüfler Her Yerde...



"Aman gene mi film" demeyin ne olur, çok içimden geldi her ikisini de yazmak, tutamıyorum kendimi. Dertleşmek istiyorum belki biraz sizlerle, ya da belki de her iki filmde de beni kendine çeken bir teneke kutudur, olamaz mı sizce :)

Geçtiğimiz hafta bir gece tam 7 hatun kişi toplanıp Palladium'a sinemaya gittik. 21:45 seansı öncesinde Polonez'de biraz atıştırdıktan sonra herkes çantasındaki mendilini kontrol etti ve girdik salona...

4 Kişi önde, 3 kişi de hemen arkalarındaki sırada aldığımız yerlerimize oturduk ve film başladı.

Film hakkında hiçbirimiz fikir sahibi değildik o güne kadar, ancak gitmemden yaklaşık 4-5 saat önce gözüme çarpan bazı yazılar yüzünden ne yazık ki aşağı yukarı senaryo hakkında fikir sahibi oluverdim. İşte o andan itibaren başladım düşünmeye, gitsem mi... gitmesem mi... Tam vazgeçme noktasına gelmiştim ki telefonda "Bahane yok, geleceksin" diyen arkadaşımın sesini duydum. Eğer gitmek istememe sebebimi paylaşacak olsam filmle ilgili detay vermiş olacağımdan, hem de verecek olduğum kendi tepkilerimi merak ettiğimden dolayı gittim itirazsız. Şşşt Neslihan, seviyorum seni :)))

Ve uyarı!!!

Aşk Tesadüfleri Sever'den bahsediyorum. Eğer filmi seyretmediyseniz ve seyredecekseniz yazının kalanını okumayın lütfen, bolca detaya girmek üzereyim zira az sonra......

Devam edelim şimdi kaldığımız yerden...



Filmin başında öyle güzel bir giriş yapmış ki yönetmen, geçmişe özlem duymadan seyredebilmek mümkün değil. Esas oğlanın baba mesleği de olan fotoğrafçılığın; 70'li yıllardaki o meşakkatli günlerine götürmüş bizi. Makaralar, karanlık odalar, kağıt giyotinleriyle dolu dolu bir fotoğrafçılık belgeseli tadındaki sahneleri seyrederken, neredeyse sararıp gitmiş kağıtların rutubetli kokusunu bile hissederken, aklının bir köşesiyle şimdiki dijital sanatçıların çalışma şekil ve koşullarına gidiveriyorsun bir şekilde. Ve hiçbir kıyas sahnesi kullanılmadığı halde, günümüzde yapılanın fotoğraf sanatçılığı olup olmadığını sorguluyorsun illaki.

Film içindeki "tesadüf" sahnelerinde son derece güzel kurgu ve geçişler yapılmış, meseleyi bildiğin halde; basit veya sıradan gelmiyor sahneler, akıcılığını hiç yitirmiyor.



Kasta baktığımda Belçim Bilgin Erdoğan ismi şaşırtmıştı beni, nasıl bir seyri olacağını tahmin edemeden gittim ama son derece pozitif bir bakış ile geri geldim. Olmuş, gayet de başarılı olmuş üstelik. Doğallığı "bizim evin kızı" havası vermiş, pek yakışmış. Çocukluğunu oynayan minik yıldız Reyhan Asena Keskinci'ye de kocaman alkış...



Mehmet Günsür ise kabul etmek lazım gerçekten çok hoş ama her gördüğümde bir çocuk, bir evlat görmüşüm hissi uyandırıyor bende, bir türlü erkek sıfatını giydiremiyorum ki konuştuğum pek çok arkadaşımda aynı hissiyatta olduklarını söylemişlerdi. Ve o duyguyla seyredince kastın en büyük başarısı olduğunu düşünmek en olası sonuç zaten.

Neyse, bu iki genç, geçmişten kopup gelen bir fotoğraf sayesinde İstanbul'da karşılaşır ve tanışırlar. Aslında daha ilk doğdukları andan itibaren kaderlerinin onları birarada tuttuğunu izleriz film boyunca. Hayatlarının her anı tesadüflerle doludur ama kader onları biraraya getirmek için zamanını beklemektedir.



Tanışmalarıyla birlikte yavaş yavaş geçmişin de düğümlerini çözüp hatıralarını yaşarlar tekrar, tekrar. Ve aşk; daha ilk andan geliyorum der :)

Filmin akışında zaman zaman nefes nefese kalan esas oğlanın kalp hastası olduğunu ve çocukluğunun hastane koridorlarında, ilaç şişeleri içinde geçtiğini öğreniriz.

İşte bu andan itibaren bende film kopar!!!

Anne ve baba rolünü oynayan Altan Erkekli ve Şebnem Sönmez bu sahnelerde o kadar başarılıydılar ki ilk duydukları anda yaşadıkları gel gitleri, çaresizliği, ölmek isteğini suratlarından okumak mümkün oldu desem yeridir hani.



Beni de devirdiler desem o da abes olmaz zira ortak geçmişimiz bu paralelde kesişti.

Çünkü; benim oğlum, aşkım, canım sevgilim de; doğumsal kalp rahatsızlığı yüzünden geçtiğimiz yıllarda büyük bir açık kalp ameliyatı geçirmek zorunda kaldı. Ve henüz doğar doğmaz öğrendiğim bu gerçek ile savaşım, kabullenme sancılarım, onu yaşatma ve iyileştirme mücadelem, kendimi ayakta tutmak için harcadığım çaba, isyan etmemek için ortaya koyduğum kavga öyle büyüktü ki yıllarımızı yedi, bitirdi...

Onu korumak, kollamak için harcadığım efor boyumu kat be kat aştı ve zaman zaman o küçücük bedeni ile bu korumacı tavrıma öyle büyük tepkiler verdi ki çaresiz bırakmak zorunda kaldım peşini. Ama hep tedirgin, hep panik, hep üzgün oldum. Koşma, yorulma, terleme, zıplama, kaldırma, atma, itme, çekme diyerek geçti 7 yılımız. Biliyorum ki gelecekte de bu böyle devam edecek... Yasaklarına uymayacak, uysun diye sınırlamak zorunda kalacağım. Sınırladığım için kızacak, kızdığı zaman küsecek, küstüğü zaman gidecek... Ve ben çaresiz hepsine rağmen gene de sınırlamaya devam etmek zorunda kalacağım. Allah kimseye yaşatmasın diyorum da başka birşey demiyorum...

İşte o yüzdendir ki bu filme objektif olabilme imkanım çok fazla yok belki de. Filmin her sahnesinde ben Şebnem Sönmez oldum, Altan Erkekli oldum, Mehmet Günsür oldum, ağladım, ağladım, ağladım... Hele ki doktor kartvizitini uzattığında komple koptum, bizim ameliyatımız da o hastanede yapıldığı için. Filmin konusu da tesadüfler değil miydi zaten...



Ancak konuyu aktarırken "seyirciyi ağlatmaya çaba sarfetmiş" görmedim ben olayı. Çünkü herkes bambaşka sahnelere tepki veriyordu gördüğüm kadarı ile. Yanımda oturan ve hiç tanımadığım kadın, finaldeki nakil sahnesine kadar hiç ağlamadı mesela, ben yanında hüngür hüngür ağlamakta olduğum halde. Arkamdaki koltuktan kaza sahnesine kadar hiç tepki gelmedi. Arkadaşlarımdan biri kızın babasının evi terkettiği sahnede koptu, bir diğeri kızın eski sevgilisinden ayrıldığı sahnede. Kimisi de bir tek gözyaşı dökmeden ama ilgi ile izledi filmi.

Yani diyeceğim o ki filmin içinde "halkı ağlatalım da filmi sevdirelim" gibi bir duygu hissetmedim ben, o kadar ağladığım halde. Ölüm ve felaket sahnelerinde hiç abartı yoktu, sadece ruh halleri suratlarına yansımış bedenleri izledik perdede, usta tiyatrocuların en büyük enstrümanları olan ses ve mimikleri renk vermiş sadece bu sahnelere ve iyi ki de öyle olmuş.

Sesin ve sessizliğin kullanıldığı sahneleri de çok başarılı buldum ben, esas oğlanın heyecanlandığı ve kalp atışlarının duyulduğu sahneleri özellikle.

Esas kızın, rolü icabı beyaz martı kıyafetiyle sahneye düştüğü anda, üstündeki kostümün kefen çağrışımı biraz fazla klişeydi belki ama onu da kusurdan saymadım bile. Eski sevgilinin verdiği kötü haber, "tesadüfün böylesi de abartı artık"dedirten anlardandı belki ama o kadar az battı ki gözüme, bunu da görmezden gelmem kolay oldu. Son sahnedeki organ bağışı sahnesine takıldı bir arkadaşım, "kızı ölmüş kadına organ bağışı yap nasıl denir, abartmışlar, saçmalamışlar" diyerek eleştirdi sahneyi. Ama ben yaşadım, biliyorum. Malesef aynen böyle oluyor. Beyin ölümü gerçekleştiği anda konu ile ilgili görevli birim hemen ailenin yanına gelip bu konuda bilgi verip mümkün olursa rıza almaya çalışıyor. Bu da onların sorumluluğu ne yazık ki.

"İllaki seyredin" diyebileceğim filmlerden olmasa bile bence seyri vakit kaybı olmayacak filmler arasındadır Aşk Tesadüfleri Sever. Tabii eğer sağda solda yazılı abartılı beğeni yorumlarını okuyup, üstüne de o havaya girip büyük beklentiler peşine düştüyseniz sonuç hayalkırıklığı da olabilir, uyarmadı demeyin :)

Çok uzattım, hissettiklerimden bahsetmeden bakış açımı görebilmenizin mümkün olmayacağı endişesiyle; bir film yazısında, sık rastlanmayacağı şekilde bolca da özele girdim, affola :)


Filmin resmi sitesi burada, teneke kutuyla açılıyor üstelik ;)




------Görseller alıntıdır--------

6 yorum:

Osmanlı Oto Lastik dedi ki...

Merhabalar,
O kadar güzel anlattınızki filmi tekrar izler gibi oldum.Bende kendi fikrimi paylaşmak istedim.
Ben en çok kızı kucağında kan ter içinde yukarı taşımasından etkilendim bir de finalde Şebnem Ferah'ın hoşcakal şarkısından..
Keyifliydi bence..
Sevgilerle..

Bero dedi ki...

Az önce filmden çıktım ve eve geldim. Hala etkisi altındayım.
Ben de ol

Sokak Kedisi dedi ki...

Merhaba Elif..;
Teşekkür ederim nazik yorumunuz için :))

Aynen yazdığım gibi, herkes ayrı bir sahneye kilitlenmiş gibiydi salonda, en çok dikkatimi çeken şey bu oldu benim de. Demek ki sizi de hiç bitmeyecek gibi olan o merdiven sahnesi etkiledi :)

Sevgiler

Sokak Kedisi dedi ki...

Bero'cum;
Yorumunun bir kısmı eksik kalmış galiba ama gelen kısmından anladığım kadarıyla sen de benim gibi etkilenenlerdensin :)

Bekliyorum izlenimlerinin devamını okumayı...

Sevgiler

Bero dedi ki...

Aa şaşkın kafam, eksik bırakmışım :)
evde 1 yaş bebeği olunca, hızla yazmaya çalışırken böyle olmuş :)
Çok etkilendim filmden. Yazdıklarının yanısıra ülkemizin güvenli, daha çağdaş olduğu zamanları görünce içim buruldu ne yalan söyliyim.

Sokak Kedisi dedi ki...

Ya çok haklısın... Gelecekte, yakın geçmişi bile daha büyük özlemle anmayız umarım...

Free Counter