17 Ocak 2011 Pazartesi

Kısaca A. / 2009


2009 / Nişantaşı

Yoğun bir toplantı gününe hazırlanmak için ne yapsan boş, birşeylerin ters gideceği var ise muhakkak gidiyor işte.

Aynı güne bir ihale ve bir teklif görüşmesi bindirmiş olmanın telaşına, saçlarımı da istediğim hale getirememiş olmanın öfkesi eklenince varın siz gelip görün halimi...

Eserek yürüyüp tam anlamıyla terör yarattığım ofiste herkesin gözü saatte, "Görüşme saati gelip bir an önce gitse de, huzura ersek" fikriyle tabii. Bunu görüyor ve hissediyor olmak da iyice gerince benim sinirleri, terör şiddet tırmandırıyor haliyle. Kahvemi beğenmiyor, baskı ve ciltten gelmemiş olan ön teklif yüzünden asistanı "Yetişmezse ilk seni öldürürüm" diye tehdit ediyor, laptop'un şarjını bir türlü bulamıyor ve tüm elemanlara evde unuttuğumun farkında olmadığım şarj aletini aratıyor, yazıcıda kağıt kalmamış diye küfrü basıyorum.

Kendim bile kendime dayanamayacak haldeyim yani. Ve nihayet aynı gerginlikle katılacağım teklif görüşmesinde artık sıra.

Taraflar karşılıklı geliyoruz, hepimizin yüzünde bir tebessüm maskesi aklımızda ise 'Bitse de gitsek' arzusu, ayakta karşılanıyorum. Tokalaşıyoruz ev sahibi satın alma ekibiyle. Üç tane adam var karşımda. Ben ise olayı hafife almış, tek başıma gelmiş olmama lanet okuyorum içimden. Hani resmen "Günün esas olayı ihale, sizi de aradan çıkarmak için buradayım, geçerken uğradım" edasında hissediyorum kendimi, bir amatör gibi eziliyorum ufaktan.



Son derece iyi giyinmiş, kendinden emin, oldukça fit bu üç adam beni toplantı odasında misafir ediyorlar. Oda gayet şık, ele tutulur bir ağırlığı var sanki. Yuvarlak masaya oturduğumuz anda silahlarını çeken silahşörler gibi tek hamle ile hepimiz gayet senkronize bir eda ile kartvizitlerimizi çıkarıp koyuyoruz birbirimizin gözü önüne. Ben aynı anda son saniye de olsa baskıdan yetişen ön teklif dosyasını, kartvizitinde 'Koordinatör' sıfatını farkettiğim kişiye doğru uzatıp tekrar dalıyorum laptop çantamın içine. Ekranı açıp kendimi sunuma hazır hale getirme telaşındayken servis elemanı da odaya gelmiş, ikram siparişlerini almakta.

Aradan geçen bir buçuk saatin ardından nihayet görevini yapmış, karşımda duran üç adamlık ekibi fiyat teklifi almak için ikna etmiş ve gerginliğini birazcık olsun atmış bir ben olarak çıkıyorum binadan.

İstikamet ihale.

Sonuç; yaptığım ilk görüşme finale ulaşmıyor, teklifim reddediliyor ve iş benden düşük fiyat veren bir diğer firmaya veriliyor ne yazık ki.

Ama ihale benim...

Teklifim reddedildikten üç gün sonra alıyorum elime üç silahşörlerin kartvizitlerini. Uzun uzun bakıyorum her birine sırayla ve toplantı sırasında karşılıklı olarak birbirimizden hiç hoşlanmadığımızı hissettiğim A. 'nın direk hattını çeviriyorum sonunda.

Beni delirten 'İşi kaybetsen de profesyonelliğini koru' ilkesinden hareketle, telefonun öbür ucundaki A. 'ya yeni çözüm ortaklarının hayırlı olmasını diliyor ve görüşmeler sırasındaki misafirperveliklerinden ötürü tekrar teşekkür ederek telefonu kapatıyorum.

Bitti işte diyorum, işi alamadım ama akılda kaldım.

Öyle de oluyor. Aradan yaklaşık yirmi gün kadar geçiyor ve bu sefer benim telefonum çalıyor. Karşımda şu ilk görüşmemizde birbirimizden hiç hoşlanmadığımız A.

Kısa bir sohbetten sonra direk konuya giriyor ve onları ziyaret ettiğim sırada kullandığım teklif formatına getiriyor lafı. Kendi satış departmanlarına örnek olarak verdiğini anlatıyor. Ve işi kime yaptırdığımı öğrenmek isterse yanıt verip vermeyeceğimi soruyor.

Yanıtlıyorum sorusunu, telefon numarasını vermek üzere kartvizit albümümü karıştırırken yüzümde bir sırıtış ile "demek o kadar beğenmiştiniz" diyerek. Gülümsüyor, "Etkilenmiştim" diyor.



Yanıt hoşuma gidiyor. Baskıcının telefonunu bir türlü bulamıyorum albümde, "ben size mesaj atıyım bulduğumda" diyorum. Cep telefonunu kaydediyorum telefonumun kartına. Ve asistana pas ediyorum numarayı bulup bilgilendirme işini, unutup gidiyorum kendi yoluma.



------Görseller alıntıdır--------

Hiç yorum yok:

Free Counter