22 Şubat 2010 Pazartesi

Fahrenheit 451: Cehaletin esaretine bir öngörü...

Zor bir iş yapmaya çalıştığımı biliyor olmanın gerginliği ile dokunuyorum tuşlara şu an ve dilerim hak ettiği kadar özen ile anlatmayı başarabilirim.



Bir kitap, bir film, bir değişim, bir direniş, bir ekip başarısı, bir senfoni anlatmaya çalıştığım şey, neresinden tutarsanız o kadar çok incelikle karşılaşıyorsunuz çünkü: Bir kitap olarak doğup bir film olarak büyümüş "Fahrenheit 451"den bahsediyorum sizlere.

Ray Bradbury tarafından 1947'de "İtfaiyeciler" adıyla yazdığı ama yayınlayamadığı kısa hikayenin toplam 9 gün gibi kısa bir sürede 9,80.-$ daktilo kirası harcayarak geliştirilmesiyle birlikte oluşturduğu bu eseri ilk defa Galaxy isimli bir bilimkurgu dergisinde yayınlanmış ve sonrasında 1954 yılında 400.-$ ücret ile Playboy dergisinde yayınlanması üzere dergi sahibi Hugh Hefner'e satmıştır.

Kitabın esin kaynağının 1580'li yıllarda cadı olduğu gerekçesiyle yakılmaya çalışılan, ama kaçıp kurtulan ve bu konuda yazılan tüm kitapları saklamayı başaran büyük büyük büyük annesi; itfayeci olan amcası ve kendisine yürümeyi yasaklayan bir polis memuru olduğunu anlatır yazar, kitap ile ilgili sohbetlerinde.

Kitap ilk yıllar pek anlaşılamamakta ve çok ilgi çekmemektedir. Derken 1966 senesinde genç ve dikkat çeken Fransız yönetmen François Truffaut'nun elinde film olarak hayat bulur ve seyirci ile buluşur. Başrollerde ise Oskar Werner ve Julie Christie'ye rol verilmektedir.

Eser geleceğe dair bir ütopya içermekteydi yazıldığı yıllarda, şöyle ki "her türlü duygu ve fikri kişinin aklına sokan, kurcalamasına sebep olan, irdelemeyi özendiren ve bu sayede esas mutsuzluğu yaratan şey kitaplardır" dayatmasına dayanarak, yazılmış tüm kitapları yok etmek üstüne kurulmuş bir düzeni anlatmaktadır bizlere. İnsanlar artık sadece televizyon ünitelerinin karşısında oturup kendilerinden geçerek söylenenlere kilitlenen, sürekli aldıkları ilaç tabletleriyle ayakta kalan, farkında olmadıkları yalnızlıklarını kendilerini okşayarak giderme çabasında olan birer mekanizma haline gelmişlerdir.


Kişiler arası iletişim gün boyunca kurulan birkaç cümleden ibaret ve sosyallik denilen olgu TV programlarına katılımla sınırlıdır. Duygulanmak, kendini ifade etmek, hissetmek gibi kişinin içselliğe dönük tarafı tamamen sığlaşmıştır bu iletişimsizlik ortamında. İşin kötüsü bu durumu özgürleşmek olarak tanımlamaktadırlar...

Kitaplar yasaklandığı için geçmişe dair net bir bilgileri yoktur ve üstelik bilmiyor olduklarının farkında bile değillerdir. Eğitim sistemi tamamen ezber ve korku üstüne kurulmuştur. Korku duymak dışında başka herhangi bir duygu yaşıyor gibi değillerdir. Birbirlerini ihbar ederek çok rutin bir şekilde hayatlarını sürdürmektedirler. Yönetmen ekran önüne taşımaya çalıştığı bu kitlenin farkında olmaksızın yaşadığı geçmişe duyulan özlemi ise filmin akışında kullanılan eşyalara saklamıştır: Porselen çay demlikleri, eski tip telefonlar, 1930'lu yılların kostümleri...



İtfaiye görevlisi Guy Montag ile hayatını TV ekranı karşısında ve aldığı ilaçlar ile geçiren karısı Linda; hiçbir şeyi sorgulamadan rutin bir devinim ile yaşamaktadırlar. Bir gün Guy, yolda kendisi ile konuşan, sorular soran bu noktada diğer insanlardan farklı olarak düşünsel teması olan genç bir hanım ile tanışır. Ve uyanış böyle başlar...


( Yazının bundan sonrası filmin finaline dair bilgi içermektedir )

Baskın yaptığı evlerde bulduğu kitapları hemen o an yakmaya koşullanmış olan Guy, yeni tanıştığı Clarisse'den itfaiyenin eskiden yangın söndüren bir kurum olduğunu duyduğunda bunu o kadar net bir şekilde reddeder ki işte o saniye bile günümüz cehaletine tutulmuş bir ışık gibidir sanki...

Mesleğinden bahsederken büyük bir gururla aktarır Guy;

"Pazartesi Miller, salı Tolstoy, çarşamba Walt Whitman yakıyoruz. Cuma Faulkner ve cumartesi pazar Schopenhauer ve Sartre. Kitapları kül edip sonra da külleri yakarız!"



Hayatına giren Clarisse ile birlikte yoğun bir şekilde kitap okuma arzusuna kapılan Guy artık bu isteğine engel olamamakta ve yakmaktan kurtardığı her kitabı evine getirip geceler boyunca onlarla ilgilenmektedir. Ne yazık ki bu süreç karısı Linda'nın kendini ihbar edeceği ana kadar sürecektir.

Filmin sonunda Guy artık kitaplara ölümsüzlük kazandırmak isteyen bir gruba katılır ve Edgar Alan Poe'nun Gizem ve Hayalgücü Öyküleri'ni kendine kimlik edinir.



Fakat o sırada halk, tv ekranlarında Guy'un güvenlik güçlerince yakalanıp etkisiz hale getirildiği düzmecesini seyretmektedir.

Bana göre;

Cehalet&Eğitimsizlik insanlığı nasıl bir sona iteler sorusunun yanıtına net bir bakış içermekte eser. Otoritelerin uşağı haline gelmiş kurumlar, varoluş görevlerini unutup sadece emredilenlere koşarlar. Düşünmekten uzaklaştırılan insanlar sadece kendi menfaatlerini onlara ezberletildiği şekilde korumak adına başkalarına ve geleceğe verdikleri zararı farkedemezler bile. Bu kıstasın içinde gözünün önünü bile göremeyen beyni uyuşmuş bir insanlık söz konusu olduğunda ise artık televizyon gibi iletişim araçları dahi otoritelerin maşasıdır ve halka neyin empoze edilmesini isterlerse onu yayınlayacak kadar ele geçirilmiş olur. Dönüşüm bittiğinde ise "Nereden nereye geldik?" diye bile düşünecek fırsatı yoktur artık insanların.

Görevi kitapları bulmak ve yakmak olan itfaiye ekibini temsil etmesi için simge olarak şömine içinde yaşayan, ateşten etkilenmeyen bir semenderin seçilmiş olmasında bile bir dip not vardır aslında. Geçmişinde yangınlara düşman olan bir kurumun gelecekte otoritelerin hedeflerine hizmet etmek adına yangın çıkaran bir kurum haline gelebileceği uyarısı ile bile günümüz tehdidini anlatmaktadır sanki!


Günümüz için iyi bir bilim kurgu kitabı / filmi olmaktan çok uzak belki ama 1940'lı yıllarda hayal edildiği ve 1960'larda çekildiği düşünülünce hem düşünsel hem de görsel olarak ciddi bir iş olduğu konusunda hiç tartışma götürmemektedir.

Daha önce imkan bulamadıysanız bile daha fazla vakit kaybetmeden okuyun/seyredin derim ben. Geçmişin hayallerinde yaşayan bugünü seyredeceksiniz çünkü.

♥♥♥Filmin fragmanını seyretmek için bu bağlantıyı takip edebilirsiniz.

Küçük notlar...

Filmde ilk baskın sahnesinde ele geçirilen ilk kitap Cervantes'in Don Quixote ( Don Kişot) adlı eseridir ve diğerleriyle birlikte seri halde yakılır.

Fahrenheit 451; kağıdın yanma sıcaklığı olarak belirtilir fakat yazar bu bilgiyi itfaiye şefinden aldığını ama teyid etmediğini de belirtmektedir.

Japonlar bir Walkman getirerek kitaptaki kulaklıklı radyolardan esinlenerek yaptıklarını aktarmışlardır yazara.

Kitap yazarın basılmış ilk bilim/kurgu eseridir.

Filmde Jean Seberg tarafından küçük bir rol olduğu gerekçesiyle reddedilmiş olan kadın karakter rolünde Julie Christie görev almıştır. Ayrıca iradenin sahibi olmanın kişiye kazandırdığı farklara dikkati çekebilmek için ( ayrıca bütçeyi zorlamamak adına :) ) hem itfaiyecinin eşi Linda'yı hem de yeni tanıştığı Clarisse'yi aynı oyuncu oynamaktadır.

François Truffaut'un ilk renkli filmidir.

Ve yine François Truffaut'nun ilk İngilizce filmidir. Yönetmen diline tutkunluğuyla ünlü Fransızlardandır ve film İngilizce çekildiği halde çekimlerde sürekli Fransızca konuşulmuştur. Muhtemelen yönetmenin diline olan tutkusu nedeniyle, filmde yer alan kitapların çoğu; tarafından özellikle seçilmiş Fransızca eserlerdir

Film çekimleri sırasında oyuncu Oskar Werner ile yönetmen büyük gerginlik yaşamışlar ve bu neden ile filmin sonuna doğru artık işler kontrolden çıkma noktasına gelmiştir. Hatta filmin final sahnesinde oyuncu, yönetmene haber dahi vermeden saçlarını kestirerek bir çeşit protestoda bulunmuştur.

Oyuncu Oskar Werner'in ateşe yaklaşması gereken sahnelerde fazlaca tedirgin olup istemdışı bir halde ateşten uzaklaşıyor olması sorun yaratmıştır. Bu nedenle bu sahneler geri doğru oynatılarak monte edilmiştir filme. Aynı teknik itfaiyeciler aşağıdan yukarı doğru çıkarken ve ilk bölümdeki yanmaz elbiselerin giyilmesi sahnelerinde de kullanılmıştır.

Filmin başlangıcında jenerik; yazılı olana konan yasağın altını çizmek istercesine, yazılı değil sözlü olarak akmaktadır. Bu ilk defa yapılmış bir uygulamadır.

Film basit bir İngilizce kullanılarak çekilmiş ve mümkün olan tüm sahnelerde sözlü iletişim yerine görsel aktarım kullanımı tercih edilmiştir.




.............(Görseller alıntıdır)..........

9 yorum:

SirEvo dedi ki...

Çok akıcı ve güzeldi yazı, ellerinize sağlık.

Sokak Kedisi dedi ki...

SirEvo;
Çok teşekkür ederim destek ve ziyaretiniz için.

SirEvo dedi ki...

Reca ederim. :)

Ozgeee dedi ki...

Sevgili Sokak Kedisi,
Öncelikle politik bir yazı yazmadan, politik taşlama yapan çok ince bir üslubun var, eline sağlık.
Maalesef ben de ülkemin haline çok üzülüyorum. Telefonda konuşmaktan bile korkan insanların ülkesiyiz artık.
Gene bir kurgu olan ve sanırım daha popüler olan 1984 kitabı da beni okuduğumda çok sersemletmişti.
Sevgiler,
Özge

Sokak Kedisi dedi ki...

Merhaba Ozgeee;
Teşekkür ederim bu güzel yorumun için.

1984 malesef bekleyenler listemdeki yerini koruyor, ne iyi yaptın da hatırlattın bana tekrar. Bu arada oğlun, oğluma çok benziyor :)))

Sevgiler

Sinem Ergun dedi ki...

Gerçekten de birçok gönderi ve mesaj doluydu film, çoğuna tek tek değinmen ve detayları anlatışın çok güzeldi. Film aslında politik görüşleri bir bilimkurgu öykü metaforu kullanarak anlatıyor. Her toplumun özellikle bizin karşı karşıya olduğumuz büyük problemi de ortaya koyuyor bu kurguyla.
Aynı konuda yazdığım yazı için bloguma uğrayıp mesaj bıraktığın için teşekkür ederim.

Sokak Kedisi dedi ki...

Sanat Notları;
Keyifle okudum yazınızı, sırf vizyon takip edip güncel kalmak gayretinde olan, bu anlamda benim gözümde sadece tribüne oynayan Sanatseverlerin! yazdıklarını okumaktan sıkılmıştım :)

minormax dedi ki...

Merhaba Sokak Kedisi,

Sanat Notlari web sayfasi ve 451 sayesinde siteni buldum... film hakkindaki yazini cok begendim.. tebrikler.

sinekiyatri isimli sitede de benim ayni filmle ilgili yazim var... uygun oldugunda okursan sevinirim. google'dan aratinca cikiyor sayfa.

kitaplarin yakilmasi ve bu nedenle insanlarin kitaba donusmesi filmin ozunu olusturuyor diye dusunuyorum..

bu arada yonetmenin tam bir kitap kurdu oldugunu soylemek lazim.. 400 darbe'de kendi cocuklugunu anlatir.. kitap sevgisi inanilmaz boyuttadir.. goruruz.. eminim film icin bile olsa cok uzulmustur yakilan kitaplara..

Selamlar.

Sokak Kedisi dedi ki...

Merhaba Minormax;

Teşekkür ederim bu samimi ziyaret için. İlgili yazınızı ben de beğenerek okudum, sitenizi de oldukça emek verilmiş ve içerikli buldum. Blogunuz hakkında bilgilendirdiğiniz için teşekkürler, tüm editörlerinizi tebrik ediyorum.

"400 Darbe" için de blogunuza da bıraktığım yorumda yazdığım gibi tüm ebeveynler için bir tokat niteliği taşıdığını düşünüyorum, çocuk ruhuna inip içinde barınan dramı izlemek gerek muhakkak...

Sevgiler

Free Counter