25 Kasım 2009 Çarşamba

Bayram...



Yüreğinizdeki Bayram sevincinin her daim çocukluğunuzdaki kadar sıcak kalması dileğiyle...

21 Kasım 2009 Cumartesi

Öküz!




Geçen gün İstanbul’un bir ucundan öbür ucuna kadar yol kat etmem gerekti. Hızlı hareket etmesi gereken bir anne olarak tüm lüksümden vazgeçip seri olabilmek adına Metrobüs hattını kullandım.

Seyahat esnasında her telden insanı gözleyebilmek hoşuma da gitti işin aslı.

Ayakta kalanlar da olduğu halde gene çok kalabalık değildi, en azından diğer insanlarla yapışık kardeş olmadan seyahat edebilir durumdaydık.

Yolculuğun ortalarına doğru bir çift bindi, oturduğum koltuğun yanındaki bekleme alanında yolculuğa başladılar. Biraz sonra karşımdaki bey inmek üzere yerinden kalktı ve bahsettiğim çiftin erkek olanı yanındaki hanımı itekleyerek “Otur” dedi. Hanım sessizce ilerledi gösterilen koltuğa ve otururken adamın elindeki poşeti de almak üzere bir hamle yaptı. Adam tüm sevimsizliği ve korkunç kaba bir tavırla “ Bırak” diyerek ittirdi kadının uzattığı elini.

Bu ne şimdi ya! dedim içimden. ÖKÜZ!

Poşeti vermemesinin mantığının kadına yük etmek istememesi olduğu aşikar. Tamam, bu düşünceye diyecek tek lafım yok. Ama bunu adam gibi ifade etmedikten sonra nerede kaldı senin iyi niyetin? Niyet her zaman önemlidir, bunu da reddetmek olası değil fakat adam gibi “Sen yorulma, ben taşırım” diyebilmek bir erkeğin egosuna neden dokunur ki?

O sıra gözüm kadının yüzündeki mimiğe takılınca iyiden iyiye hayretler içinde kaldım. Son derece keyiflendi hanım kızımız adamın elini itekleyip “Bırak!” demiş olmasına ve sırıtışa yakın bir aydınlık haline döndü bu memnuniyet yüzünde. Birkaç saniye önce yaşanan iteklenmeye şahit olmasam kadının yüzüne bakıp adamın tüm aşkıyla sevgisini haykırdığını sanacağım metrobüsün orta yerinde…

Bu sefer kadına sinirlendim. “Ohh olsun, hak ettiğin muameleyi gördün işte” dedim içimden. Biz kadınlar hayatımızdaki erkeklerin kabalıklarını bu kadar hoş görüp “Öküz ama seviyor” bahanesini yeğ tutmasaydık bu toplum bu kadar gerilemezdi diye devam ettim düşüncemi büyütmeye. Bloga yazmalı dedim bu konuyu. “Hey kadınlar kendinize gelin, akıllı olun, toplum içinde rencide olmak istemiyorsanız size saygı duymayı bilen erkekleri sokun hayatınıza” diye yazmam lazım diye az çok şekillendirdim bile yazıyı.

O sırada ilerdeki koltukta oturan bir başka bey kalkıp inmek üzere kapıya yöneldi. Bahsi geçen poşeti tutan kaba ve sevimsiz adamın hemen ardında duran bir başka bey öne atıldı oturmak üzere.

Fakat hedefe ulaşamadı. Çünkü poşeti tutan kaba ve sevimsiz adam şu bizim meşhur poşeti tutan kolunu adamın yoluna doğru uzatıp yolunu kesti ve “ Ayakta kadın var” dedi, sonra da ayakta duran hanıma seslenip “Gelin yer var” diyerek boşalan koltuğu gösterdi.

Amanın!

Gördün mü dedim kendime senin öküzdeki zerafeti … İlk karşılaşmamızdaki o kaba tavrı unutmam sadece birkaç saniyemi aldı. Bu sefer de kaba ve sevimsiz adama sempatiyle dolan yüreğimin gözleriyle bakıp dünyanın en asil erkeği gibi görmeye başladığımı fark ettim. Ve düşünceli, eğitimli, kibar, şefkatli, iyi yürekli hatta.

Bu sefer benim yüzümde önüne geçemediğim bir aydınlık ve keyif hali oluşmuştu ister istemez….

O kadar çok mesaj var ki bu yazıda altını çizmek isteyeceğim. İşte o yüzden son söze bağlamayıp herkesin içinden gördüğü kadarını alması dileğiyle bitirmek en güzeli…

Sevgiler



Not: Görsel http://mahserin4atlisi.wordpress.com/2009/04/15/racon-tamam/ adresinden alınmıştır

17 Kasım 2009 Salı

Kokular...



Sevgili Bulut "Sevdiğim ve Sevmediğim Kokular" konulu mim ile mimlemiş beni.

Teşekkür ediyorum kendisine ve hemen başlıyorum yazmaya...

Her şeyden önce oğlumun kokusuna bayılıyorum. Hastalık yüzünden bir haftadır yıkanmadığı durumlarda bile kokuyla ilgili tüm titizliğime rağmen hiç rahatsız olmuyor, içime sokarak öpüp kokluyorum miniğimi.

Migren hastası olan arkadaşlar bilirler; bizim için en güzel kokunun bile fazlası ağrıyı tetikleyici olduğu için özellikle bu konuda hassasızdır. İşte özellikle bu yüzden kokunun hissettirdiği ile birlikte kararında olup olmaması da önemlidir benim için.

Kararında olduğu sürece;

Günün her saatinde, özellikle sabah uykudan uyanırken odayı dolduran taze pişmiş kahve kokusuna koşarak kalkmışlığım çoktur.

Çocukluğumu yaşadığım Levent'te akşamüstleri evimizin bahçesine kurulan çay sofralarına eşlik eden çay ve simidin kokusunu özlerim sık sık.

Gene evimizin bahçesinde yükselen Hanımeli çiçeğinin ve İğde Ağacının kokusuna da epeydir hasretim.

Bolca güneş gördüğüm yaz günlerinde tenimin deniz ve güneş kremi kokmasına bayılırım.

Çimen kokusu ki özellikle yeni biçilmiş ise eğer, yağmurun toprağa düştüğünde yarattığı doğal tazelenmenin kokusunu, fırından yeni çıkmış veya kızarmış ekmeğin kokusunu da severim pek çoğunuz gibi.

Çikolata'nın dolu dolu taşıdığı kakao kokusunu, Vanilya'nın neşeli kokusunu ve Tarçın'ın davetkar kokusunu da atlamadan yazmak lazım.

Portakal ve Limon ağaçlarının yapraklarını ovuşturunca elimde bıraktığı kokuyu, yan masada içilen piponun kokusunu duymayı da severim.

Yumuşatıcının kıyafetlerime taşıdığı kokuyu duymak ve yeni değişmiş yatak çarşaflarında uykuya dalmak keyif verir bana.

Parfüm olarak J.P. Gaultier Classic hiç vazgeçemediğim tercihlerimdendir.

Aklıma ilk düşenler bunlar oldu keyif aldığım anları düşündüğüm zaman.

Bir de hayatı kabusa çeviren kokular var ki adlarını anmak bile beni rahatsız edip çaptan düşürebilir :(

Ter kokusu, Ayak kokusu, Ağız kokusu, Naftalin kokusu, Küf ve Rutubet kokusu, Tiner ve Çöp kokusu. Neyse ki hayatımda sadece 2 defa duyduğum bozuk yumurta kokusu ve yanmış yemek kokusu...

Şimdi ben de bu keyifli MİM'i fikirlerini paylaşmak üzere ( eğer vakit bulabilir ve beni kırmazlar ise) Sevgili Haykırış ve Sevgili Zehra ' ya paslamak istiyorum.


Sevgiler,



7 Kasım 2009 Cumartesi

Sadece Anmak değil Yas Tutmak Zamanıdır Zaman

Geldi gene 10 Kasım.

Yas değil Anma Günü!

Nasıl kabulleniyoruz bazı şeyleri kuzu kuzu, anlayamıyorum bazen. Nerede kaldı bizim sağduyumuz? Nerede kaldı bizim yitirmemek için direneceğimiz değerlerimiz? Nerede kaldı bizim birliğimiz bütünlüğümüz?

Milletce etrafında toplandığımız en büyük şükrümüzü yerle bir etmelerine bile sessiz kalıp yeni nesile Mustafalaştırılmış bir Ata bıraktık malesef.

Yavaş yavaş kanımızı değiştirdiler sanki bizim. Birlikte büyüdüğümüz insanların bile o kadar şaşırtan söylemlerine şahit oluyorum ki inanamıyorum o kelimelerin o ağızlardan döküldüğüne...

Bizler uyurken bizi değiştiriyorlar. Birer birer. Hissettirmeden. O kadar planlılar ki biz uyanık ve akıllı geçinenler gözümüzün önünü bile göremiyoruz malesef. Önümüze atıyorlar bir yem, hep birlikte uçuyoruz yemin üstüne.

Tepki vermek lazım diyoruz. Ellerimizi kavuşturup bekliyoruz. Birisi çıkıp tepsin şunları diye dua ediyoruz.

Kim çıkacak ?

Hiç kimse!

Kimse beklemesin bir mucize olup hayat eski haline dönecek, ülkem aydınlanıp çocuklarımıza umut dolacak diye. Yok böyle bir gelecek artık.

Bir toplumu uyuşturmak için uygulanan tüm psikolojik baskıları kullandılar üstümüzde. Sindirdiler bizi. Böldüler, sömürdüler bizi. Ötekileştirip doldurdular üstelik. Çoğunluğuz zannetmemizi sağlayıp kendi ideolojilerini gizli gizli empoze ettiler zayıf olanlarımıza. Sonra onların etrafındakilere. Sonra da onların etrafındakilere. Çember günden güne daralırken bizler sandık ki hala özgürüz. Hala Laik ve Demokratiğiz.

Şimdi ufak ufak farkettik azınlık olduğumuzu ama gene değişmiyor hiçbir şey.

Yılmaz Özdil yazıyor, hep birlikte beğeniyoruz. Facebook da paylaşıp altına imza atıyoruz. Ama başka Yılmaz Özdil'ler çıksın diye gayret etmiyoruz. Bilakis yazarı tek ses haline getirip karşımızdakilere hedef işaret ediyoruz. Hedefi çoğaltıp işlerini biraz zorlaştırmak aklımıza bile gelmiyor...

10 Kasım'da profillerimize Atatürk resmi koyalım diyorlar. Tamam diyoruz, yapalım da duyulsun sesimiz!

Sesimizi duyurmayı bu sanıyoruz çünkü. Elimizden hiçbir şey gelmeden oturuyoruz ama profile iki resim atıp bir şiir yazmayı tepki vermek sanıyoruz. Sonra da elden geleni yaptık huzuruyla kahvelerimizi yudumlarken elalem Cumhuriyet'imizin içine turp suyu sıkıyor, öyle bakıyoruz aval aval...

Ne acı ki sadece "Bizdenmiş" gibi yapan maşaların elinde suni gündemlerle yoldan çıkarılıp en kolayından güdülüyoruz.

Yok efendim bu 10 Kasım'da "Anmıyorum", kesinlikle "Yasındayım" ben.

Bugün artık sadece Ata'mın da değil; avuçlarımızdan uçup giden hür ve laik ülkemin de yasındayım...

5 Kasım 2009 Perşembe

Uğur Böceği



Keşke

Bir uğur böceği tırmansa bedenime

ve

Birlikte uçabilsek gökteki maviliklere...

Webstar Türkiye...

Webstar Türkiye'ye katılan 2814 projenin kazananları belli olmuş.

Birincilik iki ayrı projeye gitmiş;

"Online Orkestra" fikriyle İzmir'den Sinem Orçen ve "interaktif Uygulamalı Canlı Performans/Konser Platformu" fikriyle İstanbul'dan Güldeniz Polat birinci olmuşlar.

İkincilik kazanan proje yine İzmir'den "Recyourlife.com/Başkasının gözleriyle hayata bakmak, kendi hayatını kaydetmek" fikriyle Serkan Sülün,

ve

Üçüncülük ise Kayseri'den katılan Filiz Soylu'nun "Yurt içinden ve yurt dışından alıcıların ülkemizden sezonluk arsa kiralayabilmelerini sağlayan web sitesi" projesinin olmuş.

Her dört projede de daha önce uygulanmış örnekler olduğunu göz önünde bulundurarak yarışmanın başında ilan edilmiş olan "Özgünlük", "Yaratıcılık", "Farklılık" kriterlerinin karar aşamasında dikkate alınmadığını sanıyorum.

İlginç.

2 Kasım 2009 Pazartesi

Kuzu & Kurt


Hani şu milleti bir an önce çocuğunu sigortalı yapıp erken emeklilik trenine yetiştirmek isteğiyle yakıp tutuşturan, hatta cast ajanslarına çocuk kaydettirmek için alemi sokaklara döken yasa var ya...

5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Yasası yani...

İşte o yasa çıkmadan önce babanın biri koşa koşa gidip iki çocuğunu bir matbaa da çalışıyor göstermiştir. Çocuklardan biri 5, diğeri 13 yaşındadır üstelik.

Bu durum tespit edilince şahıs kendini aklamak için yaptığı savunmada " Ben bilmem, hanım yapmış" diyerek yiğitliği peşin peşin çukura gömmeyi de kendine yakıştırabilecek kadar gurursuz bir duruş sergileyerek kendini elaleme iyice güldürmüştür.

Bu adamın aynı davranışı sergileyen pek çok Çingene Kurnazı içerisinde kendisini haberlere konu eden temel niteliği ise olayı düzenlemek, incelemek ve kontrol etmekten sorumlu olan kurumun yani Sosyal Güvenlik Kurumu'nun en tepesindeki isimlerden biri olmasıdır ne yazık ki.

Konuya özne olan şahıs; kurumun başkan yardımcısı veysel uyar'dır.

Yediği halt ortaya çıktığında onurunu biraz olsun koruyabileceği tek davranışı ortaya koyup halkından özür dileyerek istifa edeceğine bu milleti salak yerine koymaya ısrarla devam edip durması da geldiğimiz durumun küçük bir özetidir malesef...

Kadrolaşmanın sonucu olarak mevki alan bu ve bunun gibi şahsiyetsiz kimlikler yeri gelir kendi korumakla görevli olduğu yasayı ayaklarıyla çiğner; yeri gelir Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar'ın ülkeye girişine onay vererek kendi milletini satar.

Kurda kuzuyu emanet edersen olacağı da budur!

Not: Özel isimlerin ilk harflerinin büyük yazılması kuralı bu şahsın küçüklüğü nedeniyle tarafımdan bile bile ihlal edilmiştir.

Free Counter