20 Kasım 2013 Çarşamba

ZamAn



Tarih geçip gidiyor üzerimizden, hem de olanca hızıyla.

Yok hemen "Amannn!" demeyin, sıradan bir "Eyvah yaşlandık" edebiyatı değil yapmak üzere niyetlendiğim şey, sadece farkındayım, yarın artık geri gelmeyecek kıvamında bir serzeniş hedefliyorum içten içe. Gidişat beni ne tarafa yatırır bilmesem de...

Tek taraflı bir akıntının içinde, hızla ileri doğru iteklenirken, ısrarla geriye doğru gitmeye çalışmak nafile bir çabadan başka bir şey değilken... Nedendir hepimizin, aslında bugüne büyük bir karmaşa yaratan, geçmişi tekrar edebilmek telaşı acaba diye düşünüyorum, kendi ettiğim hatayı da bilip, en kalın çuvaldızı kendi payıma saklayarak.

Gelecekteki bilinmezlik mi acaba bu kadar korkutan hepimizi? Ve geçmişin üzerine yapışan 'yaşanmışlık' mı ısıtıyor içimizi, geriye her dönüp baktığımızda sessizce? Ve bundan mı acaba eskiyi yeniye tercih edişimiz aslında her yenilenmek isteyişimizde?

Gördüğüm şu ki; zaman hızlanırken, telaşımız artıyor ve hayata dair özenimizi yitiriyoruz istemesek dahi. Hayata ve hayatımızdakilere dair özenimizi...

Ömrünü bitirip yitip gidenlere hissiyatımızca üzülmeye bile fırsat bulamadan, hızla kaybettiğimiz diğer değerleri izliyor, üstüne yeni bir felaket haberiyle sarsılırken, sonra kendimizi yine yeni bir cenazede buluyoruz son demlerde. Hastalık haberleri, geçmiş olsun telefon ve mesajları, şifa dilekleri karışmış birbirine.

Başlıyor ve bitiyor her yaşanmışlık; biz istemesek, ucuna yapışıp kalsak dahi.

Çocuklar gibi olabilsek, zamanı yolumuza koymadan gönlümüz ileride yaşayabilsek keşke ömür boyu. Telaşsız, sadece o anımıza, yaşamak istediklerimize odaklanıp, yarın kaygısını ilişkilerimize taşımadan, tadını çıkarabilsek elimizi sıkı sıkı tutanların. Bitmeden, yitip gitmeden, geçmişe gömülmeden...

İğneyi size; çuvaldızı kendime...







Görsel alıntıdır...







Hiç yorum yok:

Free Counter