22 Kasım 2013 Cuma
Aşk
Aşkın ömrü 3 yılmış...
Ömür boyu döne dolana arandığımız, uğruna ne saçmalıklara atıldığımız, başkasında görünce dibine kadar kıskandığımız, bazen hatırı için dünyaları yakıp yıktığımız Aşk, topu topu üç yılda jübilesini yapıp, bünyeyi terk ediyormuş.
Geride kalanı; alışkanlık, vefa, endişe ve yalnızlık korkusuymuş...
Sürdürebilmek için, her üç yılda bir tazelemek, rutini değiştirmek, ilişkiyi geliştirmek gerekiyormuş.
Ne için?
3 yıl daha ite kaka gitsin diye...
Yüzünü görmenin bile seni mutlu ettiği, sesini duyduğunda kahkahalar atmak istediğin, kapı çalınca koşarak açmaya gittiğin, sarılınca kollarında ölmek istediğin bir ilişki değilse yaşadığın; nedir ki zaten yaşadığını sandığın ? Böylesi bir beraberliği itsen ne fayda, tazelesen nereye kadar ?
"Aşk acıdır ve acıtır" diyorlar; bir yere kadar ben de varım diyenler arasında. Özlemek mesela, acıdır ve acıtır. Birlikte özlediğini biliyorsan eğer katlanılır... Derdini paylaşırsın, birlikte acır için, eyvallah! Ama seni acıtıp, diğerini ortak etmiyorsa kederine, o zaman durup düşünmek zamanıdır artık. Böylesi duygularla acı çeken insanlar beni hep şaşırtır, çünkü biliyorum ki aşka, birlikte gülmek yakışır...
Bazen duygusuz diyorlar adıma, hiç hak etmediğimi bildiğim halde ama gene de umursamadan diyeceğim lafımı. İki cümle bilirim; can çekişen atları vurmalı ve inceldiği yerden kopmalı...
Kalın hepiniz gerçek AŞK'la...
Görsel alıntıdır...
20 Kasım 2013 Çarşamba
ZamAn
Tarih geçip gidiyor üzerimizden, hem de olanca hızıyla.
Yok hemen "Amannn!" demeyin, sıradan bir "Eyvah yaşlandık" edebiyatı değil yapmak üzere niyetlendiğim şey, sadece farkındayım, yarın artık geri gelmeyecek kıvamında bir serzeniş hedefliyorum içten içe. Gidişat beni ne tarafa yatırır bilmesem de...
Tek taraflı bir akıntının içinde, hızla ileri doğru iteklenirken, ısrarla geriye doğru gitmeye çalışmak nafile bir çabadan başka bir şey değilken... Nedendir hepimizin, aslında bugüne büyük bir karmaşa yaratan, geçmişi tekrar edebilmek telaşı acaba diye düşünüyorum, kendi ettiğim hatayı da bilip, en kalın çuvaldızı kendi payıma saklayarak.
Gelecekteki bilinmezlik mi acaba bu kadar korkutan hepimizi? Ve geçmişin üzerine yapışan 'yaşanmışlık' mı ısıtıyor içimizi, geriye her dönüp baktığımızda sessizce? Ve bundan mı acaba eskiyi yeniye tercih edişimiz aslında her yenilenmek isteyişimizde?
Gördüğüm şu ki; zaman hızlanırken, telaşımız artıyor ve hayata dair özenimizi yitiriyoruz istemesek dahi. Hayata ve hayatımızdakilere dair özenimizi...
Ömrünü bitirip yitip gidenlere hissiyatımızca üzülmeye bile fırsat bulamadan, hızla kaybettiğimiz diğer değerleri izliyor, üstüne yeni bir felaket haberiyle sarsılırken, sonra kendimizi yine yeni bir cenazede buluyoruz son demlerde. Hastalık haberleri, geçmiş olsun telefon ve mesajları, şifa dilekleri karışmış birbirine.
Başlıyor ve bitiyor her yaşanmışlık; biz istemesek, ucuna yapışıp kalsak dahi.
Çocuklar gibi olabilsek, zamanı yolumuza koymadan gönlümüz ileride yaşayabilsek keşke ömür boyu. Telaşsız, sadece o anımıza, yaşamak istediklerimize odaklanıp, yarın kaygısını ilişkilerimize taşımadan, tadını çıkarabilsek elimizi sıkı sıkı tutanların. Bitmeden, yitip gitmeden, geçmişe gömülmeden...
İğneyi size; çuvaldızı kendime...
Görsel alıntıdır...
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)