
Nasıl yorgunum, nasıl, anlatamam.
Bu hafta istisnasız hergün sabahın kör karanlığında kalkıp başladım koşturmaya. Haftasonu yapılacak kamp için hazırlıklar kamp programı geç yapıldığı için son ana kaldı. Doktor randevularımı bir türlü denk getiremediğim için aynı diş kliniğinin iki ayrı doktoruna farklı günlerde gitmek yani iki günümü diş meselesine ayırmak zorunda kaldım. Bir Anadolu yakası, bir Avrupa yakası pinpon topu misali yuvarlandım durdum.
Tek başıma olsam mesele değil ama bir de okuldan döndüğünde karşılanması gereken bir yavru olunca işin içinde, insan yetişemezsem paniğiyle yürek çırpıntısından ruhunu teslim edecek hale geliyor resmen...
Haylazlıkta sınır tanımayan kuduruk kişiliğim; evdeki işlerim ve dışardaki mecburi koşturmalarım arasına bol bol da dost kaçamağı sıkıştırınca bittim ben, telef oldum bir nevii resmen :)
Bir doktor ve bir kuaför randevusu arasına, bir dosta kaçıp kahve içmek ve güzeller güzeli kedisini mıncırmak gibi bir eğlence ekledim hemen mesela.
Mesela dün... Sabah saat onbuçuk randevum öncesi bir başka sevdiğimle buluşup uzun bir kahvaltı keyfi yaptım Nişantaşında, özlemişim oralarda olmayı nicedir... Üstelik giderken eşim beni sabahın yedi buçuğunda 4Levent metro istasyonunda bıraktığı için uzun zamandır binmediğim metroya da binmiş oldum. Koridorlarında saksafon çalan siyah saçlı, tuhaf sakallı, ilginç tipli adamın "Portofino"su eşliğinde yürüdüm mesela Osmanbey çıkışına kadar...
Sonrasında çocukluk çağlarımdan bugünüme kadar itina ile taşınan dostluğumuzdan pek keyif aldığım bir başka isme yol aldım. Dükkanına girdiğimde önümüzdeki günlerde gerçekleşecek olan nikahı için davetiyelerini yazıyordu. Bir bekar yakışıklı daha evli adamlar kervanına katılıyor yani kısacası :)
Kahvelerimizi içtik dedikodu eşliğinde. Sonra birlikte çıkıp bankacı arkadaşlarımızla da birer kahve içelim diyerek Zincirlikuyu'ya zıpladık, tabii gene koşa koşa :)
Dünya kadar beyaz yakalı insan içinde bizimkileri bulmak kolay olmadı ama sevgi herşeyi çözüyor ki koca bir plazanın hemen önünde nihayet buluştuğumuzda uzun uzun sarışıp öpüşüp koklaştık şükrede şükrede :)
Unutmadan, bir ara anneme bile uğradık, çadır malzemesi bırakmak için. Annem ve misafirleriyle de öpüşüp koklaşıp hasret gidermem mümkün oldu ancak aşağıda abuk sabuk bir yere park etmiş adamcağızı fazla bekletmemek için ancak 3 dakika kadar sürdü :)
Sonrasında tekrar Anadolu yakasına geçerken köprüden boğazı seyrettim. "Ne güzel şehirsin sen İstanbul" diye çığlıklar attı içimden bir ses.
Aslı'nın bir mim yazısında bahsettiği ve benim de canımın çekip ilk defa bir kitabını edindiğim Ayfer Tunç eşlik etti yoluma
Taş, Kağıt Makas ile. Ne kadar geç kalmışım meğer... Bir solukta içine çekti beni hikayeler, gerçekten beğenerek okuduğum ender öykülerden oldu kitabın içindeki ilk üç hikaye ( son hikayeyi henüz bitirmedim ).
Nihayet eve vardığımda miniğimle de kavuştuk ve bu sefer de onun peşi sıra koşturmam başladı. Bir ödevi vardı ki görünce gözlerim fırladı yerinden. k sesini öğrenmişler, kı kı kı diye dolanmaktan boğazım patladı resmen :)
Sonra akşam yemeği telaşı.
Ve sonra bir önceki kampın yazı ve hatıralarını birleştirmek için oturdum ekran karşısına, gruba sürpriz olsun diye bir de ateş başında şarkı söylerken kaydedilmiş müzik dosyası ekledim sunuma.
Bütün işim bittiğinde artık ben de yeryüzünden silinmiş gibi hissediyordum kendimi. Yatağım, yastığım diye ağlaşa ağlaşa buldum odanın yolunu ve sabah saat altı olup saat çaldığında ancak açtım tekrar gözümü.
Şimdi böyle vır vır vır söyleniyor gibi gözüküyorum belki ama aslında tam tersi. Şöyle düşünüyorum ki insan hareket ettikce şarj oluyor ve hayatına hareket ekliyor. Bir kenarda oturup hiçbir şey yapmamaya alışmak çok kolay evet tembellik cezbedici ancak rutin haline geldiğinde insanın içinde birşeyler ölüyor. Çalıştığım zamanki koşturmamı özlemiş olacağım ki sabah, ayağımda bir kot, sokaklarda yürürken etrafımdan geçip giden, ofis kıyafetleriyle güne başlayan insanlara da imrendim sanırım biraz.
Belki de diyorum çalışmamaya karar verdiğim için aklım çalışmakta. Aç tavuk misali dönüp duruyorum darı ambarı fikri etrafında. Hep erteliyor insan kendi için yaptığı planları ve kendinden daha öne koyduğu bir sürü şey birikiveriyor yolunda. Bazıları, uğruna yaşamamanın bile mümkün olacağı büyüklükte sevgiler olunca da geriye kalan böyle uzaktan bakıp bakıp mırıldanmak oluyor tabii...
Neyse, çok uzattım. Biraz dolmuş muyum yoksa ne. Haftasonu kampı iyi gelecek umarım ruhuma :)
İyi bakın kendinize, dönüşte görüşebilmek dileğiyle...