8 Kasım 2010 Pazartesi

Minik bir Kaçamak


Haftasonu havayı fırsat bilip İstanbul dışına kaçmak için bahane saydık. Artık biliniyor muhtemelen, İstanbul aşığı ben; arasıra şehir dışına kafamı uzatıp nefes almak ve dinlenmek isteğiyle doluveriyorum. Yolculuklar beni yeniliyor diye düşünüyorum ve uzun yol yapmayı da seviyorum, hal böyle olunca pazar sabahı erkenden kalkıp, yedek kıyafetlerimizi, fotoğraf makinelerimizi de alıp doğru sise gömülmüş otobana attık kendimizi.


Alışkanlıklarına bağlı yapım aileye de sirayet etti yıllardır. Kahvaltı için yolumuzun her önünden geçişinde yaptığımız gibi bu sefer de Mehmetçik Vakfı Tesisleri'nde durduk. Böreklerimizi yiyip civardaki kedi, köpek ve kuşları da ilgimize boğduktan sonra Sapanca çıkışına kadar otobanda yola devam ettik ve kaçamağın ikinci molasını Sapanca Gölü kıyısında verdik. Hava hafiften sisten sıyrılmaya başlamıştı, göl kenarındaki pek şirin bir restaurantta kahvelerimizi içip güneşin altında kemiklerimizi ısıttık. Manzara öyle güzeldi ki benden özenip fotoğraf çekmeyi merak edinen yavrukuşumla birlikte yukarıda ve aşağıda da göreceğiniz üzere çılgınlar gibi fotoğraf çektik :)


Sapanca Gölü kenarında peşimize takılıp gül satmaya çalışan çingene bacılardan zar zor kurtulduktan sonra tekrar arabaya atlayıp bu sefer Meşelik Park Ormanı'na çevirdik rotayı. Ormanın içine kış bahçesi tadında bir tesis yapmışlar, son derece de kalabalıktı üstelik. Açık büfe kahvaltısı pek şık gözüküyordu ancak bizim karnımız tok, sırtımız pekti. 'Bir dahaki sefere!' diye not ettik hemen bir kenara... Ve işte karşınızda Meşelik Park Ormanı...


Fotoğrafların arasındaki o araba ne alaka demeyin sakın, o kadar sevdim ki verseler alıp gidecektim neredeyse :)) Ormanda deliler gibi dolanıp ağaçlara dolanmış olan sarmaşıkları oğluşa gösterip, hafif çapta Tarzanlık yaptıktan sonra bol bol da fotoğraf çekip gene koyulduk yola.

Öğlen yemeği yemek için seçtiğimiz Maşukiye'de durduk sonrasında. Maşukiye yolu çok ilginç arkadaşlar, gidenler ne demek istediğimi daha iyi anlayacaklardır mutlaka, daracık saçma sapan bozuk bir yoldan içeri girdiğinizde karşınıza öyle şirin ve geniş bir köy meydanı çıkacağını tahmin edemiyorsunuz. İlk meydandan sonra da Kartepe yolundan ayrılıp parke yolu izleyerek Maşukiye Tesisler Meydanı'na çıkıyorsunuz. Etrafta hediyelik eşyacılar, Alabalık çiftlikleri, su boyuna dizilmiş şirin restaurantlar, gürül gürül akan bir dere, bolca su sesi ve alabildiğine orman var.


Temiz hava hepimizi o kadar acıktırmıştı ki dayanamayıp hemen daldık bir restauranta. Dere kenarından su üstüne doğru uzanmış ahşap teraslardan birinde oturup odun fırınında kiremitte pişen nefis yemekleri su sesi eşliğinde indirdik midelerimize. Nefisti!


Gidenlere tavsiyemdir, mantar yemeden dönmesinler... Hala aklımda desem yalan olmaz valla :) Fırın ustası o kadar şeker ve hatırnazdı ki epey sohbet ettik, bana fotoğraf çekmem için mizansen bile yarattı fırının içinde :) İşini severek yapan insanlara duyduğum saygı arttı sayesinde. Yola biraz erken çıkıp direk Maşukiye'ye gidilirse aslında sabah kahvaltısı için de son derece keyifli bir seçim olabilir, biz gittiğimizde hala kahvaltı keyfinde olan onlarca masa vardı, epey de lezzetli gözüküyordu...


Yemek üstüne tekrar ormana dalıp ağaçlardan sarkan kuş yuvalarını seyredip alabalık havuzlarına takıldıktan sonra civar esnafla da sohbeti koyulaştırdık. Bir sonraki kamp için almayı düşündüğümüz güveç için uğradığım esnafın sohbeti de çok keyifliydi. Trabzon'dan 40 küsur yıl önce göçmüşler buralara, ufak çapta hediyeliklerle toprak kaplar satıyorlar. Akılları hala Karadeniz'de tabii ama buralı da olmuşlar nicedir... "Tencere büyüklüğündeki güveç kabını direk odun ateşinde pişirme yapmak için kullanabilir miyiz ki?" konusu üzerine başladığımız sohbet HES'lere, oradan da Fırtına Vadisi'ne kadar gitti birkaç dakika içinde :)

Haftasonu keyfimizi bitirip artık İstanbul'a dönme vakti gelmişti. Su almak için markete giren eşim, gün boyu uslu durduğumuz için oğluşa lolipop, bana da iki kutu bira alıp bizleri ödüllendirdikten sonra ne yazık ki kendisi araç kullanacağı için naneli şekere talim ederek Maşukiye'den ayrıldık.

Maşukiye çıkışında kurulmuş olan köy pazarını görünce her köy pazarına denk gelişte yaptığım gibi "Duralımmmm!" çığlığı attıysam da elimdeki biraya ve artık hakikaten yorgun olduğu her halinden belli olan oğluşa kıyamadığım için çok fazla ısrar etmedim.

Hatta daha aklımda Türkiye Off Road Şampiyonası 5. yarışını izlemek, Off-Road'culara takılmak, çamura bulanmış araçların arasında macera kokusunu içime çekmek, belki bir iki tur atmak için fırsat bulmak da vardı ancak vakitsizlik nedeniyle yapamadım ne yazık ki. Araçları ve yarışçıları gün boyu yanımızdan geçerken gördüğüm kadarıylan yetinip kendimi bira ile avuttum günün sonrasında :)

Güzel bir haftasonuydu, bu kedi mest olup döndü gene şehrin ışıklarına...

Bu tip gezi yazılarında eksikliğini hissettiğim bir konu ise maliyet meselesidir her zaman. Uzun uzun yazılır çizilir ancak iş maliyete gelince tek kelime edilmez nedense. Bu gidişe dur diyip derhal kaçamağın maliyetini döküyorum aşağıya:

Mehmetçik Vakfında börek&çay ile kahvaltı: 14.-TL ( 3 kişi )
Sapanca'da kahve keyfi: 8.-TL
Maşukiye'de öğle yemeği: 54.-TL ( 3 kişi, tıka basa yemek koşuluyla! )
Anneme, kendime ve kardeşime aldığım ufak tefek hediyelikler: 10.-TL.

Benzin masrafı ve 10.-TL yi bulmayan otoban masrafını da eklediniz mi tamamdır ;)

7 yorum:

Evren dedi ki...

bu haftasonu güzeldi... şimdi bu fotoğraflar ve mutlu insan profilleri bugünü de güzelleştirdi.
sevgiler...

Aslısın dedi ki...

of of offf naaptın sokağımın kedisi yahu?
ne güzel etmişsiniz, içim gitti, o fotoğrafların güzerlliğine de ayrıca hasta oldum.

Sokak Kedisi dedi ki...

Evrencim bu güzel haftasonlarımızın şerefine diyorum...

Blogunda efendi durup Gitmeeeee diye paçana yapışmadım ama burada aynı efendiliği gösteremeyeceğim; Gitmeeeeeee lütfen :(

Sokak Kedisi dedi ki...

Aslım Akıllı Bıdığım :)

Çok güzeldi valla, fazla fotoğraf koyabileyim diye küçük küçük kullanmak zorunda kaldım o yüzden çok net değil çoğu fotoğraf ama ömrüme ömür kattı :))

Bu arada çok yüklenme o akıllı bıdığa, ben seviyorum onu da. Benim içimde biryerlerde de bir deli, bir akıllı var kesin. İtişip duruyorlar ruhumun kuytularında, beni ben yapıyorlar. Tıpkı seni sen yaptıkları gibi kuzum...
Öpüyorum :)

Bero dedi ki...

Ne güzel yerlere gidiyorsun Sokak Kedisi :)
minik bebekle gidilebilecek böyle yakın yerler var mı tavsiye edebileceğin?

Sokak Kedisi dedi ki...

Sevgili Bero;
Oğlum bebekken hiç gezmedim ben ( burada Küçük Emrah bakışı! )
2,5 yaşına gelene kadar tek başıma da çıkmadım, öyle evde oturduk durduk. 'Büyüsün gezerim' hayalleri kuruyordum ama şimdi o kadar pişmanım ki o dönemlerini evde geçirdiğim için. Meğer birlikte gezilmesi en kolay zamanlarıymış, büyüdükçe arıza oluyorlar :)))

Bebecikle de gidilir bu yola, hiç sorun değil inan. Yakın yerler hep.

Ancak arabaya el altında olması gereken her türlü malzemeyi doldurmak ve onun uyku, yemek, oyun saatlerine uymak şart tabii :) Yoksa sonuç kesin hüsran olur :)

Yakınlarda bu güzergaha ek olarak; Polonezköy, Ağva, Riva, Kerpe, Kıyıköy, İğneada en sevdiğim yerler ;)

Bero dedi ki...

Teşekkürler öneriler için Kıyıköy ve İğneada hariç digerleri gittiğim yerler.
Kıyıköy'ü merak ediyordum, hava güzel olur umarım ve gideriz bayramda

Free Counter