25 Ağustos 2011 Perşembe
İstemiyorum
Geçenlerde bir kaç gün yalnız kalmam gerektiği için oğlumu anneme bırakmak üzere yola çıktım.
Yanımda yavrunun kıyafetleri, yaz kitapları, ödevleri, boya kalemleri, oyuncakları, ilaçları, hiç lazım olmadığı halde "alalım" diye tutturduğu ve sırf onunla uğraşacak vaktim olmadığı için çeresiz yanımıza almak zorunda kaldığım bir o kadar anlamsız eşya ile çıkıyoruz tabii evden.
Bunlar sırt çantama dolmuş vaziyette sırtımda.
Annem gelirken benim manava uğrayıp almam için sipariş vermiş, uslu bir çocuk olup yapmışım alışverişi. O meyve poşeti sol elimde.
Telekom'a uğramam gerekiyor, ona gitmesi gereken evraklar gene aynı elimde, başka bir poşette.
Yavruyu tutuyorum sağ elimle. Elimin bir kıyısında da yavru belki üşür diye yanıma aldığım kapşonlu hırka.
Bir adet şahsi çantam var tabii, o da boynuma çapraz asılmış vaziyette.
Yük eşeği bile benden daha hallicedir hani yani...
Bu arada sağ elimdeki yavru, sürekli hoplayıp zıplayıp durmadan da konuşmakta. Trafik fena. Şu koca caddeyi bir geçsek nihayet anneme varacağız ama kaldırımda ilerlemek bile pek kolay değil. Yollarda arabalar, kaldırımlarda insanlar. Nefes almak bile zor.
Baygınlık geçirmek üzereyim, bu kadar eşya aldım diye içimden sürekli kendime sayıp dökmekteyim. Bir taraftan yavruyu zaptetmeye çalışırken öte yandan da elalemin ayağının altında kalmasın diye üstümüze doğru akan insan selini kolluyorum.
Tam da bu anda, 20-22 yaşlarında bir delikanlı patt! diye yoluma atlıyor ve yüzünde kendini olduğundan bin kat daha salak gösteren bir sırıtış ile "Merhabaaa" diyor. Bir yandan da elindeki bir broşürü suratıma doğru uzatıp " İngilizce derslerde yaz kampanyası" diyor. İçimden kocaman bir sabır çekip "Yok sağol" diyorum, bir manevra ile yanından geçip gitmeye hamle yapıyorum.
Ama salak delikanlının beni bırakmaya niyeti yok, hemen tek adımla gene yolumu kesiyor ve ekliyor " Çocuk sınıflarımız da var ". Duruyorum, gözlerinin tam içine bakıyorum ve "Teşekkür ederim, istemiyorum!" diyerek, bu sefer anladığını farzederek yola devam etmeye çalışıyorum.
Nafile...
Bir kez daha sırarla durdurulunca artık içimde büyüyen şeytanı daha fazla zaptetmem mümkün olmuyor tabii ve benden bekleyemeyeceği kadar avam bir tavır ve yüksek bir sesle içimde kapalı kalmış tüm öfkeyi " Ya salak mısın sen?" diye bağırarak kusuyorum bir kaç saniye içinde.
" Görmüyor musun elim kolum dolu, acelem var. Yanımda çocuk. Bu sıcakta beni güneşin altında ne hakla bekletirsin sennnn! İstemiyorummm dedim, istemiyorummmm!!! Salak mıdır nedir yaaa" diye ardarda türlü cümle sıralayarak elimdeki meyve poşetiyle birlikte omuzundan ittiriveriyorum bir de.
Elinde broşür ile kalakalıyor yolun ortasında. Offff ya, offfff!!
Kardeşim broşür dağıtıyorsun anladık. Ama önce tavrını bir gözden geçir bakıyım sen. Bu ne saldırgan ve saygısız bir tutum? Yol kesmek ne demek...
Sonra hedefindeki insana bak bakıyım, seninle ilgilenecek vakti var gibi mi duruyor? Konuyla ilgileneceği varsa bile bu tutumunuzdan sonra iğrenir hale getirmenin ne anlamı var.
İlgilenmediğini anlaman için sana kaç defa hayır demesi gerekiyor?
Umarım tekrar aynı hatayı yapıp yolumu kesmezsin. Hala doluyum sana karşı, bilesin...
--- Görsel alıntıdır ----
22 Ağustos 2011 Pazartesi
Tatilertesi
Güneyin o korkunç sıcağını unutmuş bu sazan kedi, ağustos ayında çekti gitti oralara.
Sonuç;
50 Faktörlü koruyucu+ şemsiye altından çıkmamaya rağmen kıpkırmızı bir ben şeklinde döndüm geldim geriye.
Herşey çok güzeldi ama ben evimi özledim :) Tatil benim neyime!
Bayram için gene tatil diyorlar, haykırarak "olmaz!!" dedim. Oturalım evimizde. Baklava falan ikram ederiz gelen gidene. Öfff ya ne tatili gene ? İmza: Nankör Kedi
Antalya'dayken "kış gelsin biran önce" diye dua edip durdum ve İstanbul'a gelince dişleri takırdayarak üşüyen bir insan olup çıktım. Çoook üşüyorum, çok :) Marketteki peynir dolaplarına bile yaklaşamıyorum titriyorum diye. Ahali kahkahalar atarak şahsımla eğlenmekte, "Şaka mısın yoksa sen" diye yüzüme yüzüme gülmekte. Sorarım ben bunların hesabını hepsine. Hele bir kış gelsin, herkes üşüsün ve şartlar eşit olsun da, veririz nasılsa cezalarını :))
Herneyse, şimdi bayram falan hikaye. Dört gözle okulların açılmasını bekliyorum, özgürlük lazım birazcık bu kediye. Gel 19 Eylül gel...
Şimdilik buralardayım ;)
--- Görsel alıntıdır ----
5 Ağustos 2011 Cuma
DND
Merkür benim canıma okudu. Pişmiş tavuk bile daha az eziyetli bir ömür sürmüştür, eminim hani :)
Ve bu kedi, artık tatil zamanı diyerek ufaktan tatile çıkıyor. Güneyin ağustos sıcağının tokadını yiyip, aklı başına gelince hala hayatta kalmayı başarırsa dönecek. Siz bu arada kendinize iyi bakın, terli terli soğuk su içip, güneşte şapkasız gezmeyin.
Az uzaktayım :)
--- Görsel alıntıdır ----
3 Ağustos 2011 Çarşamba
Huzur Evi
Şöyle bir baktım da sürekli gitmelerden, kaçışlardan, molalardan bahsediyorum son demlerde. Can sıkıcı oluyor belki de bu ruh halim ama çok yorgun hissediyorum kendimi. Yalnız kalmak insanın istemi dışında yaşanınca büyük bir üzüntü olabiliyor, evet. Kesinlikle bu duruma katılmakla birlikte, bazen de diyorum ki kısacık bile olsa arasıra yalnızlık en çok ihtiyaç duyduğum lüks benim.
Düşünsenize; gün boyu sürekli çalan telefonlara yetişme telaşı, bir sürü şeyi temin etme gayreti, hayatınızdaki "diğerleri" için hayatı kolaylaştırabilmek istek ve görevi. Ve bunun 09-18 gibi bir sınırı yok, hatta 7/24...
Uzaktan bakınca evde ve kadın olmak atla deve değil belki ama ofis hayatımda yorulduğum kadar yorulduğumu hissediyorum zaman zaman. O zaman karar vermem gereken şeyler hep başkalarına fayda sağlarken şimdilerde verdiğim kararlar en sevdiklerim için doğru veya yanlış oluyor ki bu beni çok daha titiz olmaya zorluyor en basidinden.
Bu rolden bıkkın ve dertli miyim? Belki. Bilemiyorum.
Ancak bazen yalnız kalmaya, biraz özlemeye, özlenmeye, sessizliğin tadını çıkarmaya ve yalnız ama yalnız kendi ritmimde yaşamaya ihtiyacım oluyor. Acıkınca yemek yapsam, canım isteyince uyansam, istediğim saate kadar müzik dinleyip film seyretsem, görmek istediğim herkesle kendi evimde bir araya gelip evimin rahatlığında vakit geçirebilsem. İstediğim kadar kitap okuyup başka işler için ara vermek zorunda kalmadan tadını çıkarsam çevirdiğim her sayfanın. Yataktan hiç çıkmadan yaşama lüksüm olsa mesele bir tek güncük bile olsa. Evime eşya seçerken bile sevdiklerimi değil de fonksiyonel olanları, uzun ömürlü olanları, ihtiyaç duyduklarımızı seçiyorum. Uzun soluklu birlikteliklerin bedeli bu mudur acaba diye de düşünüyorum bir yandan...
Sadece kendim için yaşasam yani, olmaz mı? Olmuyor.
Hayatımdan şikayetçi değilim, ne mutlu bana ki sevdiklerim, sevenlerim, her anımda elimi tutup yanıma koşan dostlarım var. En büyük zenginlik bu değil mi zaten ?
Geçenlerde biraraya geldiğim hanım arkadaşlarımın da aynı ızdıraba dem vurup "hani bizim yalnızlık hakkımız" diye kazan kaldırdığını görünce sevindim resmen. İyi dedim, tek değilim. Çalışan, çalışmayan tüm hatunların o esnadaki ortak paydası oluverdi bu konu bir anda. Ve oradan buradan konuyu çekiştirirken birden bire bir fikir geldi aklımıza: Huzur Evi!
Şehrin hepimize uygun bir köşesinde bir ev tutsak dedik. Aydınlık, geniş ve iç açıcı bir ev yapsak kendimize. Her birimiz birer köşesine el atsak, içimizden geldiği gibi dayayıp döşesek. Hepimizde birer anahtarı olsa ve imkan buldukca, ihtiyaç duydukça atsak kendimizi huzur evimize. Hiç iş yapmasak mesela o evde. Canımız istemediği sürece yemek pişirmesek. Çamaşır birikmese, ütü olmasa. Telefon da istemem. İnternete bile karşıyım, mobil modemlerden kullansın canı isteyen. Sığınsak evimize ve istediğimiz gibi geçirdiğimiz bir kaç saatcik hediye etsek kendimize?
Şimdi hepimiz harıl harıl bu projeyi geliştirmekle meşgulüz. Deli gibi ev bakılıyor, nette bulunan her güzel fotoğraf anında paylaşılıp fikir ediniliyor, kocalardan bu fikre sponsor olmak isteyen çıkar mı diye sondaj yapılıyor, bekar evine çıkmaya hazırlanan kız çocukları gibi heyecanlıyız üstelik. Büyük bir keyifle evlerde minik valizlere huzur evimize götürülecek olmazsa olmazlar sıkıştırılıyor :)
Ortaklaşa koyduğumuz ilk kuralımız ise şu; eve erkek girmeyecek :)) Öyle ya, huzur evi dedik adına :)))
Hadi hayırlısı ;)
--- Görsel alıntıdır ----
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)