10 Mart 2010 Çarşamba

Yağmur, Sis, Kar farketmez Bu Kampın Ateşi Sönmez


Yaz gelmeden son bir kamp yapalım telaşı ile ortaya çıkıp hayata geçirilen projemizde gene çok keyifli saatler geçirdik.

Erken organize olup tam kadro toplanamadığımız için 13 kişilik bir ekiple yola çıktık, hedefteki kamp alanımız Yuvacık barajı civarındaki yaylalardan herhangi birisiydi. Yolun ilk durağında ekmek alışverişimizi yaptık ve ihtiyaç listelerimizi tekrar gözden geçirdik. Daha sonra kamp alanına doğru ilerlemeye başladık. İrtifa yükseldikce hava serinliyor, yağış artıyor ve sis yoğunlaşıyordu. Yağmur ile sisin daha önce hiç bu kadar iyi anlaştığını görmemiş olan ben şaşkınlık içinde bakınıyor, etrafımızı görmeye ne zaman başlarız acaba diye düşünmekten geri durmuyordum. Bir yandan da "arabamız çamura saplanmasın, uçurumdan uzak dursun" diye içten içe dua ederken endişe ile dudaklarımı kemirmekteydim.

Artık kulaklarımız uğuldamaya başlamıştı. Epey yükseldiğimizi düşünüyor ama görüş alanımız sınırlı olduğu için nerede olduğumuzu çok net göremiyorduk. Yaylalara giden yol; asfalt özelliği olmayan, toprak, dar ve engebeli bir hal almıştı nicedir. Kaptanımız daha fazla gitmenin riskli olacağını söylediğinde içimden "Ohh" dediğimi hatırlıyorum çünkü araçla yol almak beni daha çok tedirgin etmekteydi :)

Gittiğimiz yolun durumundan memnun olmadığımız için biraz geri dönüp az önce gördüğümüz yol ayrımından şansımızı denemeye karar verdik. Birkaç keşif ekibine ayrıldık, sisin içerisinde birbirimizi kaybetmeden kamp için uygun alan bulma telaşındaydık. Haberleşmek için elimde taşıdığım telsizden sürekli buluşma noktasındaki diğer ekip ile konuşuyor, güle oynaya arada da bol bol geyik yaparak durum hakkında bilgi veriyordum. Birkaç dönem önceki kamplarımızdan birinde çok ciddi bir tehlike geçirdiğimiz için "telsiz vazgeçilmez bir aksesuar olmalıdır" prensibini de atlamamıştık artık bu sefer...

Birkaç bölgeyi inceledikten sonra nihayet bir yeşil alanı koğuşlanmak için uygun bulduk ve araçtaki eşyaları kamp alanına taşıyıp çadırlarımızı kurmaya başladık. O sırada sisin içerisinde yakın olduğumuz tek katlı barakamsı bir yapı dikkatimizi çekti, yaşayan birileri var ise rahatsız olmasınlar düşüncesiyle ben ve birkaç arkadaş binaya gittik. Çaldığımız kapıyı çıplak ayaklı, perişan görünümlü bir kız bir erkek çocuk açtı. Babalarını sorduğumuzda içeri gittiler ve kapı tekrar açıldığında babaları da yanlarındaydı. Kamp alanına ulaşmanın zor olduğunu o yüzden yakınlarında kamp kuracağımızı anlattık, rahatsız olup olmayacaklarını sorduk; halimizden sorun çıkarmayacak tipler olduğumuza ikna olmuş olacak ki ev sahibi hiç tereddüt etmeden "Elbette, hoşgeldiniz"dedi. İstersek bahçesindeki odunları dahi alabileceğimizi de ekledikten sonra kendisine teşekkür edip kamp alanına geri döndük.

Çadırlarımızı kurduktan sonra etraftan topladığımız odunları kullanarak ateşimizi de yaktık. Araçtan indiğimizden beri mola vermiş olan yağmur henüz tekrar sahneye çıkmamıştı diye seviniyorduk. Derken sağanak başladı... Çaresiz kendimize bir tente hazırlayıp ateşten uzaklaşmak zorunda kaldık. Haliyle üşüyorduk. Mücadele başlamıştı: Isınmak için ıslanmamız veya üşümeyi göze alıp tente altına sığınmamız gerekiyordu. Bazılarımız çadırlarına çekilip kağıt oynamayı, sohbet etmeyi tercih ederken ben ısrarla bir yağmurun altında ateş başında, bir tente altında sohbet içinde dikilmekte ısrar ediyordum :)))

Öğleden sonra hepimiz ateş başına toplanıp sucuk&ekmek keyfi yaptıktan sonra çay&kahve meselesine başlamak üzereydik ki az önce tanıştığımız yakındaki evin sahibi ziyaretimize geldi. Buyur edip çayımızdan biskuvilerimizden ikram edip sohbete başladık. Böyle yerlerde adettendir, köy halkı illaki ziyaretimize gelirler. Önce kimlerden, nereden olduğumuzu sorgulayıp bizleri tarttıktan sonra içleri rahatlar ve hep birlikte sohbet edip bölge halkıyla da kaynaşırız muhakkak. Büyükler zararsız olduğmuza kanaat getirdikten sonra köyün çocukları koşarak gelirler yanımıza, çadırlarımızı, eşyalarımızı incelerler büyük bir merak ile. Okullarını sorarız, hayat koşullarını konuşur ve gelirken onları da düşünerek fazladan aldığımız çikolataları ikram ederiz onlara da.

Misafirimiz ayrıldıktan hemen sonra mucize bir şekilde sis bir anda yok oldu. İşte esas komedi o zaman meydana çıktı: El yordamıyla bulduğumuz kamp alanının köyün çok uzağında olduğunu sanırken meğer evlerin sadece az ilerisinde olduğumuzu görmek bizi gerçekten şaşırtmıştı... Sis'in mesafe kavramını ortadan kaldırdığını da öğrenmiş olduk... Yan tarafımızda kara lahana tarlası, arkamızda çilek tarlası, karşımızda bir ev, solumuzda başka bir ev... Hani az daha uğraşsak neredeyse köy meydanına kuracakmışız kampımızı :))))

Biz sis gitti diye sevinip şaşkınlıkla etrafı seyrederken bu sefer de kar yağışı başlamıştı, kar daha iyi bir sonuç diye düşündük; en azından çok ıslanmadan ateşe yaklaşabiliyor, hem ısınıp hem de karın altında olmanın tadını çıkarıyorduk. Akşamüstü biraz köylülerle sohbet edelim diyerek köy kahvesine gittik. Kaptanımız bizden önce mekanı kontrol etmiş, gereken takdimi yapmıştı zaten :) Sürekli bizle gezdiği için artık uyku tulumu bile var kaptanımızın. Ufaktan çadır sevdası da başlar yakında diye umuyorum :))

Akşama doğru kar şiddetini arttırmış ve hava iyice sertleşmeye başlamıştı. Sobalı kahveden ayrılıp tekrar kamp alanına dönerek akşam yemeği hazırlığına giriştik hep birlikte. Akşam yemeği ve kamp ateşi keyfi soğuğa rağmen muhteşemdi :)



Aslında insan resimleri kullanmıyorum ama bu resim o kadar kötü çıkmış ki ben bile tanıyamıyorum hiç kimseyi, halimizi az çok görmeniz için işe yarar diye düşünüp ekleyiverdim :))

Her keyfin olduğu gibi bizi ateş keyfinin de sonu gelmişti artık çünkü çadırlar zorlanıyor, bizler ıslanıp kuruyamıyor ve duygusal değil mantıklı davranmaya mecbur kalıyorduk. Bizleri kahvesinde ağırlayabileceğini söylemiş olan kahvecinin sözleri de iyiden iyiye cazip gelmeye başlamıştı :) Çok düşünmeye gerek yoktu, kamp alanından geceyi geçirmek için gerekecek malzemeleri alıp kahveye geri döndük. Bütün geceyi yanan sobanın başında çekirdek yiyip sohbet ederek, kağıt oynayıp maç seyrederek geçirdik resmen :)) Köy halkı saat gece 24.00'den sonra çekilip mekanı bize bıraktılar. Kahvenin sahibi ertesi gün açmayacağını, istediğimiz kadar uyuyabileceğimizi söyledikten sonra sobalara odun atıp biterse tekrar tekrar odun atmaktan çekinmememizi de ekleyip "birşeye ihtiyacınız olursa yan evdeyim, çalın kapımı" diyerek ayrıldı dükkanından.

Uyku vakti geldiği zaman uyku tulumları ve matlardan yarattığımız bir yatakhane haline getirdiğimiz kahvede resmen soba başında uyuyor olmak kampçı ruhlarımızı az biraz zedelese de sonuçta ertesi sabaha uyanacağımızı garanti etmiş olmak tartışılmaz doğru olandı. Gerçi bunca yıllık kamp hayatımda ilk kez sıcaktan hasta olacak noktaya gelmiştik zira sobalar gürül gürül yanarken biz tulumların içerisinde buram buram terlemekteydik :)))

Ve sabah olduğunda bizi bekleyen manzara akşam doğru bir karar verdiğimizi bir kez daha ıspat etmekteydi... Çadırların 3 tanesi parçalanmış ve diğerleri de epey zorlanmıştı.



Masada oturmak bile lüks sayılırken kampın hali ortada olduğundan mecburen
kahvaltıyı da sobada kızarmış ekmek ile yapmak durumunda kaldık tabii :)) Nefisti, nefis :))

Kahvaltı sonrası 3 arkadaşımızı ve telsizlerden birini kahvede bırakıp kalan kadro ile 7km. lik parkurun başlangıç noktasından yola çıkıp tepeye doğru ilerlemeye başladık. O kadar güzel bir hava vardı ki serin olmasına serindi ama güneş pırıl pırıldı tepemizde. Sis yoktu, yağış yoktu... Yürürken diğer tepelerde hiç kar olmadığını, sadece bizim bulunduğumuz bölgenin bembeyaz olduğunu gördük. Kampın Trekking kısmında yağış olmaması iyi bir sonuçtu en azından, istediğimiz gibi fotoğraf çekip bu görsel şölenin de tadını çıkardık doya doya.



Trek sonrası kamp alanını toplayıp mıntıka temizliği yaptık, komşu çocuklarla oyun oynayıp onlara çikolata v.b. şeylerle gösterdikleri yakınlık için teşekkür ettikten sonra köyün diğer simalarıyla vedalaştık. Bizi kendi mahsulleri olan fındık ile uğurlayıp arkamızdan el sallamayı da ihmal etmediler. Ben şehir paranoyasından uzak olan bu insanlarla sohbet etmeyi de paylaşmayı da çok seviyorum. O kadar ard niyetsiz ve o kadar gönülden yaklaşıyorlar ki insanın içi ısınıveriyor.

Neyse köye veda ettikten sonra verdiğimiz birkaç molanın ardından İstanbul'a sağ salim geri döndük, tez zamanda kocaman bir kamp ateşi başında tekrar bir araya gelebilmek dileğiyle vedalaşıp İstanbul koşturmacasının içinde kayboluverdik.

Ben bu haftasonundan çok mutlu döndüm, aldığım leyfi birazcık olsun sizlerle de paylaşabildiysem ne mutlu bana.

- Fotografların üstüne tıklayıp büyük hallerini görebilirsiniz -

9 yorum:

hepsusluydum dedi ki...

Süpermiş, çok hoşuma gitti :)) Hem güldüm, hem okudum:) Sizin adınıza sevindim..Zehr@

Bero dedi ki...

Günübirlik gezilere katıldım ama kampta kalmadım hiç, anlatımın hoşuma gitti bu nedenle. Bazı açılardan çok cazip ama hava şartlarına bağlı olarak zorlayıcı olabiliyor sanırım.

Bucera dedi ki...

Ben ki kuzyen kızı ben ki dağlara ,yağmura ,sise aşık çok kıskandım sokak kedisini :)

Sokak Kedisi dedi ki...

Hepsüslüydüm;
Sevgili Zehra biz de çok eğlendik yaşarken, çoğunu yazıyla aktaramadım üstelik ama öyle komik ve keyifli geçti ki haftasonu tekrarını iple çekiyorum gene :))) Yaz gelse bir an önce de telef olup gitmesek dağda bayırda :)))

Sokak Kedisi dedi ki...

Bero;
Sevgili Berrak,turun devamında bu işi ilk kez profesyonel anlamda paraya çeviren Ogzala Tur'un sahibi Erhan'ın çiftliğine de uğradık birer çay içmek için. O sıkıldı artık tur peşinde koşmaktan kendini bir araziye kapattı ve hobi bahçeleri planlıyor sıkı sıkıya. Bir de otel hizmeti veriyor, kamp konaklaması şartları her şekilde zor gelebilir belki ama öyle bir ortamı denemek isterseniz hem trekking parkurlarına yakın hem de ev konforuyla gecelemek mümkün...

Ama ben gene de madem dağ bayır seviyorsun, tez zamanda çadır konaklamasını da tecrübe etmelisin diye düşünüyorum :)))

Sokak Kedisi dedi ki...

Bucera;
Buceracığım, ben de bir fotoğraf albümü gördüm facebookdaki bir dostun profilinde Artvin diye, benim aklım da orada kaldı feci halde...Pek kıskandım pekk, nasıl bir güzelliktir o öyle :)))

Neyse temmuza Kaçkarlar Turu planımıza girdi, tam 9 günlük; o sırada bu kıskançlığı atabilirsem atacağım, yoksa kolay kolay geçecek gibi değil :))))

Dalgaları Aşmak dedi ki...

Harikaymış:)imrendirdiniz:)

bilge dedi ki...

hiç böyle bir şey yaşamadım ama buna benzer günler geçirdim güzel bir paylaşımdı imrendim sevgi ve dostlukla...

Sokak Kedisi dedi ki...

Dalgaları Aşmak;
Keyifliydi gerçekten, şimdiden özledim çamura bulanmayı :)))

Bilge;
Doğa ile içiçe olmak, doğadan olmak gibi bir keyif bilmiyorum hiç, herkesin toprağa dokunması, bir meyveyi dalından toplaması, rüzgara karışması lazım aslında. Şehir bizi esir alıyor...

...............

Çok teşekkür ederim katılımınız için, ne iyi yaptınız da sesime ses verdiniz...

Sevgiler

Free Counter