12 Mart 2011 Cumartesi

Sorgulama




Güneşli bir İstanbul cumartesisinden günaydın diyorum, yetti artık orada burada gezinmek!

Akşam çok güzel uyuyup güne de güzel başladım. Sabah kahvaltısını yapan oğluma eşlik ettikten sonra da alıp geldim kahvemi, sizleri okuyarak içeyim diye, oturdum bilgisayarımın başına.

Alışkanlık üzere ilk uğradığım sayfalardan biri olan kişisel facebook sayfamı açtım. En son yorumumu 21 saat önce Japonya depremi ile ilgili yazdığım duruma gelen yorumlara, üzüntü içinde yaptığımı görünce şöyle bir kalakaldım.

Dün sabah bu saatlerde televizyonda izlerken kendimi tutamadan ağladığım, içimi kaplayıp beni üzüntüden bitiren felaketi unutmuş, hayatıma kaldığı yerden devam ediyor olmam tuhaf geldi birden bire bana. Samimiyetsiz buldum kendimi bir şekilde. Madem dün o kadar üzüldüm, bu sabah, henüz olayın üstünden 24 saat bile geçmeden bu kadar mutlu ve unutmuş olmam doğal mıydı ki? Ben sıcak evimde "kahvaltıda ne hazırlasam?" sorusuna yanıt ararken; birileri felakette kaybolan evlatlarının, yitip giden hayatlarının yasında, ayakta nasıl kalabileceklerinin derdindeydiler. Aileler parçalanmış, ömürler bir dakikada bitmiş ve tüm hayaller yerle bir olmuştu. Üstelik tehlike hala geçmemiş, santraller ciddi tehlike yaratırken, hayatta kalanların kendi canlarına dair korkuları bile geçmemişken bendeki bu aptalca pür neşeye çok bozuldum. Yakıştıramadım kendime, tuhaf geldim içimdeki ben'e.

Geçtiğimiz günlerde beyin kanaması geçirip hayata erkenden veda eden Ayşe'nin cenaze törenini izlediniz mi bilemiyorum. Ailesi ve takım arkadaşları ayakta duramayacak kadar perişan haldeyken, hemen yanlarında sohbet edip kendi aralarında gülüşüp duran iki futbolcu takılmıştı gözüme. Ve çok kızmıştım onlara. Yakışıksız bulmuştum durumlarını, hiç gelmeseler daha iyi bir iş yapmış olurlardı diye düşünmüştüm. O sahneyi gören pek çok kişinin de aynı fikri paylaştığına eminim, acıya saygı duymak lazım...


İşte bu sabah belki de kendimi o iki futbolcu gibi hissettiğim için bu kadar kızdım mutluluğuma. Aynı saygısızlığı göstermiş gibi utandım yaşadığım keyiften.

Ve derken bir de madalyonun diğer yüzünü gördüm. Başımıza gelen kötü olaylarda, hayatımızdakiler de üzülsün, bizle birlikte aynı duyguları yaşasın, aynı tepkileri versin isteriz de hani hepsinden göremeyiz beklediğimiz aynı yaklaşımı da bize verdiği değeri sorgularız ya hani... Biz bu kadar kötüyken onların gülmelerine öfkelenir, 'nasıl yapabilir bunu!' diye isyan ederiz ya hani...

Öğreniyor insan. Kişi başına geleni yaşarmış demek ki sadece. O yüzden ben dün ağlarken bu sabah gülebiliyormuşum. Ben ağlarken yakınlarım gülebiliyormuş.

Hayat; herkes için başka bir yüzünü gösteriyorken aynı hissi duymak ve muhafaza edebilmek çok zormuş meğer. Japonya'nın başına gelen felakete üzülmüş olmakla birlikte aynı anda kendi hayatında büyük bir mutluluk ile gülümsüyor olabilmek mümkünmüş ve herkes için doğalmış demek ki...

8 yorum:

aslı hayvanı dedi ki...

insan duygusal ama o kadar da egosit bir varlık. egoist kelimesinin kötü çağrışımlar yapmasına karşıyım ben. egoistlik yaratılışımızda var, iyi ki de var. bebekken ilk öğrendiğimiz şey kendi mutluluğumuzu ön plana koymak, insanları kendi çıkarlarımız için kullanmak. demek ki doğal ve hatta içgüdüsel bir durum bu.

egoistlik bir nevi savunma mekanizması da aynı zamanda. kendimiz devamlı ön plana çıkmasak, dünyada meydana gelen milyonlarca kötü olaya üzülüp, sonra kendi gailemize dalıp unutamasak yaşamanın ağırlığını taşıyamayız gibi geliyor bana. egoistim belki, bilemiyorum.

Sokak Kedisi dedi ki...

Hayvanım, çok haklısın. Kesinlikle egoist olamadığım tek durum oğlumla ilgili haller, onun dışında ben de önce "Ben" diyebiliyorum.

Duygu noktasından bakınca da korkunç yufka yürekli, herkesle ağlayıp anında yerlerde sürünecek hale gelebilen, empati olayını sıklıkla abartıp sonra da oturup deliler gibi dertlenen mizacımla bunu nasıl yapabiliyorum bilmiyorum ama oluyor işte :))

Bu ruh halinde olan ben bile yapıyorsam başkalarının yapması da çok doğal, dediğin gibi içgüdüsel demek ki. Acıyı unutup hayata tutunmak ön plana çıkmasa, gene dediğin gibi; bunca kayba, bunda derde ayakta kalması zordu insanoğlunun...

Çıkıp havanın tadını çıkarıcam şimdi ben de, bugün "Önce Ben" diyesim geldi :))

Vladimir dedi ki...

Çok korkutucu, üzücü, çaresiz kalmış insanları izlemek. Üstelik nükleer santraldeki problemin ne boyuta sürükleneceği ise hala belirsiz. :(

Aslısın dedi ki...

Varolmak için işte bu güçle (egoizm adaşın dediği gibi) hayata geliyoruz ve böyle sürdürebiliyoruz hayatı. Bu lazım bence de negatif bir şey değil. Ama bir insanlık var ki; kendimizi harap etmeden, üzüldüğümüz insanlara yapabileceğini yapabilmek. İşte bize verilen gücün pozitif yanı da bu bence.

Sokak Kedisi dedi ki...

Vladimir;
İçim katıldı olanları seyrederken. Çaresiz kalıp, araçlarından inip koşan insanların silüetlerini izledim ve gözlerime inanamadan baktım kaldım ekrana...

Keşke hayat bu kadar hoyrat olmasa :(

Sokak Kedisi dedi ki...

Aslım,
Ben bazen başkasının derdi için bile kendimi harap ediyor, derdine çaresiz kaldığıma isyan ediyorum.

Biraz bunu törpülemem lazım, zira suistimal edildiğim durumlar da oluyor çok nadir de olsa. Egoistliğin bu anlamda sağlam bir kalkan olduğunu farkettim ve akıllı olmaya gayret ediyorum :))

Öperim

hepsusluydum dedi ki...

Merhaba kedicik dostum:) Ben bu durumun adına ''insanoğlunun dayanılmaz hafifliği diyorum''...Beşeriz biz şaşarız,saniyemiz saniyemize tutmaz.Kriz halinde gülerken ağladımız olmaz mı hiç..yani normal olan bu..tabi ki acılara saygı duymayanların adı başka..ama senin ki gayet insani bir durum, üzülme olur mu?:))Sevgilerimle Zehr@

Sokak Kedisi dedi ki...

Zehracığım, zarif ve güzel yürekli dostum;
Ne güzel adlandırmışsın durumu; insanoğlunun dayanılmaz hafifliği...

İçimi ferahlatan yorumun için teşekkür ediyor, öpüyorum çok :))

Free Counter