25 Eylül 2010 Cumartesi

Ferzan Özpetek / Mine Vaganti ( 2010 )



Orjinal ismi "Mine Vaganti" olan ve "Serseri Mayınlar" diye Türkçe'ye çevrilen 2010 yapımı filmin yönetmeni Ferzan Özpetek.

Şirin bir İtalyan kasabası olan Lecce'de yaşayan köklü bir ailenin dramatik hikayesini eğlenceli bir dille taşımış Ferzan Özpetek ekranlara. Makarna üreticisi olan ailenin büyükleri işlerine tutkuyla bağlı bir şekilde hayatlarını bu küçük kasabayla sınırlamışken işin ve sülalenin geleceğini de ailenin yeni nesil erkekleri olan Antonio ve Tommaso'ya bağlamışlardır. Antonio büyük kardeş olarak işin başına geçmişken, Tommaso ise Roma'da sözde İşletme eğitimi almaktadır.



Filmimiz bir gelinin intahar girişimiyle, hikayemiz ise Roma'da okuyan Tommaso'nun Lecce'ye gelmesiyle başlar.

Fabrika için yapılacak yeni ortaklık sözleşmesine imza atması gereken Tommaso kasabaya geldiğinde kafası hayli karışık ve sıkıntılıdır. Çünkü ailesine itiraf etmesi gereken üç gerçek vardır hayatında... Biri asla işletme okumadığı, diğeri bir yazar olmak istediği ve sonuncusu ise bir eşcinsel olduğudur. Ailenin düşündüğü gibi kasabaya geri dönmek gibi bir isteği de kesinlikle yoktur, konuyu aydınlatıp bir an önce kendince özgürlüğünü kazanmak arzusuyla oturdukları akşam yemeği sahnesinde büyük abi Antonio herkese hayatlarının şokunu yaşatacaktır ki şaşıracaklara Tomasso da dahildir.



Tam da burada hemen klasik uyarımı yapmak istiyorum; yazının devamı filme ait detay içermektedir...

Tüm aile ve yeni ortakların davetli olduğu yemek esnasında büyük abi Antonio, kardeşinin itirafına fırsat vermeksizin kendi gerçeğini haykırıp "ben bir eşcinselim" söylemiyle babasına kalp krizi geçirttikten sonra küçük kardeş Tommaso planlarını ertelemek, abisinin rolüne soyunup ailenin dağılan fertlerini tekrar ayağa kaldırmak için erkek gibi yaşamak zorunda kalacaktır...

Yönetmen hikayenin ana hatlarını verirken bir yandan da tüm kahramanların kişiliklerine ışık tutup kimliklerin tamamına sakladığı 'tuhaf'lıkları ufak ufak ortaya çıkarmaktadır.



Filmin devamında seyirci artık tüm karakterlerle tanışmıştır;

Ailenin akıllı, anlayışlı ve sevgi dolu büyükannesidir Nonna.

Oğullarıyla gurur duymak isterken yaşadığı şokla kalp krizi geçiren Vincenzo, ailenin babasıdır. Alenen birlikte olmaktan zerre kadar utanmadığı metresinin evine, sırf oğlunun durumundan utanç duyduğu için gizlice gitmekten şikayetçidir.

Aileye ve evine hakim olabilmek gayretinde olsa bile ne yazık ki hiçbirinde fark yaratamayan Stefania, Vincenzo'nun karısı, evin annesidir.

Aşktan büyük darbe almış Luciana ise Nonna'nın kızı, Vincenzo'nun kardeşidir. Gençlik yıllarında kendini kaptırdığı ve uğrunda evini terkettiği bir serseri tarafından aldatılıp, beş parasız bir şekilde aileye geri döndükten sonra artık kimse tarafından ciddiye alınmamaktadır. Alkoliktir, seks bağımlısı ve teşhircidir. Yitiktir bir anlamda...

Elena ise Stefania ile Vincenzo'nun üçüncü çocuklarıdır ancak kız çocuğu olduğu için hiç ciddiye alınmamakta, sürekli hor görülüp "Kadın işte" muamelesi görmektedir. Evli olduğu içgüveysi kıvamındaki hafif salak Salvatore ve sevimlilikten çok uzak iki kız çocuğu da Elena'nın bu kimliğinin altını çizmektedir.

Alba ise ortaklık yapılacak olan ailenin tüm duygularını sadece öfke ile ifade edebilen takıntılı, marjinal ve kontrolsüz kızıdır. Neredeyse her kadının eşcinsellere karşı beslediği "Ben bunu düzeltebilir miyim acaba?" duygusunun peşi sıra gitmeli mi durmalı mı ikileminde yalpalarken boynu bükük kalacaktır filmin ilerleyen sahnelerinde...





Yönetmen tüm karakterlerin sahip oldukları tuhaflıkları, seyirciye "İnsanoğlunun doğasında bu kadar çok sapkınlık olabiliyorken üstünde bu kadar gürültü koparılan eşcinsellik daha normal değil mi sizce de?" dercesine belirginleştirirken hikayeye eklediği eşcinsellerin de isteseler bile toplumca kabul edilen normlarda "Normal" gibi davranamayacaklarını ispat etmek istercesine kurgulamıştır akışı.

İşte bu tezatlar ve mübalağalar ile hikayenin özünde yatan dram, oldukça komik sahnelerle hem güldürüp hem sempati uyandıran bir görüntüye bürünmüştür filmin sonunda.






"Mutlu olmak" ile "Mutlu gibi yapmak" kıyaslanıp sürekli sorgulanırken, hayatın ancak istendiği gibi yaşanıldığında kazanıldığını ortaya koyan sahneler akmaktadır perdede.






Ailenin en aklı selim insanı gibi duran Nonna'nın delice aşık olduğu, uğrunda ölümü bile göze aldığı Nicola yerine onun erkek kardeşi ile evlenmeyi kabul etmesini izleriz yer yer beliren geçmiş görüntüleriyle. Zaman geçmiş hepsi ölmüş ancak Nicola'nın aşkı hala capcanlı duruyordur Nonna'nın anılarında. Ve parmaklarının ucundan uçup giden mutluluk sayesinde mutsuz bir hayatın ölüm kıvamında olduğunu iliklerine kadar biliyordur. İşte sırf bu yüzden eşcinsel torunlarının en büyük destekcisidir..

"Yarın fabrikada makarnaya dokunacağım" diyen Tommaso'ya "Hayır dokunma lütfen,
hep başkalarının istediğini yaparsan hayat yaşamaya hiç değmez" derken de bu bilgeliğin kucağındadır Nonna.



Final sahnesinde Toscana'lı Kız Nonna'nın hayat boyu kısıtladığı herşeyden intikam alarak yaşamına son vermesi, yediği tatlılar sayesinde şeker komasına girerek ölmeyi seçmesi de bu tatminsizliğe verdiği son tepkidir. Artık -mış gibi yapmamaya karar vermiştir çünkü.



Gene finalde Ölüm seramonisi ile Düğün seramonisi o kadar güzel iç içe işlenmiş ki mutsuz bir evliğin güzel bir "başlangıç" değil de kişi için aslında duygusal bir "son" olduğu gerçeği yönetmenin bakışından seyircinin fikrine sessizce akıp geçiyor sanki.




"Nicolo bana çok önemli birşey öğretti, en kötü halinde hatta ölmeyi istediğinde bile gülümsemeyi..."


Ben bu ruhunu çok sevdim filmin, yönetmenin tuhaflık konusuna dikkat çekerken seyirciyi ürkütmeden, ustaca bunu kabullenmesini sağlayacak bir farkındalık noktasına getirmesini de zekice buldum. Öyle ya, sizce de filmi seyrettikten sonra artık biraz daha sempatik değil miyiz eşcinsellere ?

Çok uzattım biliyorum ama son olarak filmin müziklerine değinmeden geçemeyeceğim; en beğendiklerimden Pink Martini'nin Una Notte a Napoli'sini buradan, Sezen Aksu'dan Kutlama'yı buradan, Baccara'dan Sorry I am Lady ( ki plajdaki dans sahnesi pek şekerdi ) yi buradan dinleyebilirsiniz.

Filmin web sitesi MineVaganti2010







.............(Görseller alıntıdır)..........

10 yorum:

Paris dedi ki...

Hemen hemen bütün filmlerini keyifle izledim Ferzan Özpetek'in bunu da en kısa zamanda izlemek istiyorum :) çok güzel bir yazı olmuş.

www.macerakitabim.com dedi ki...

Çok severim Ferzn Özpetek'i..Çok güzel anlatmışssın,Bir Ferzan Özpetek filmi de ancak bu kadar anlatılıdı diyorum..Ellerine sağlık:)Daha izlemedim ama hemen izleyeceğim:)
Sevgiler

Sinem Ergun dedi ki...

Çok severek izlediğim ve her gördüğümde tavsiye ettiğim bir film bu. Özellikle müziklerine bayıldım. Soundtrack albümünü heryerde arıyorum ama bulamıyorum birtürlü. Detaylı güzel bir inceleme yazısı olmuş.Filmle ilgili benim yorumlarımda burada. http://sanatnotlari.blogspot.com/2010/08/mine-vaganti-serseri-maynlar-yoksa-hala.html

Aslısın dedi ki...

Bayılırım tüm filmlerine. Bu film de onlardan biri. Aşığım :)

Değil. dedi ki...

Filmin websitesi adresi yanlış olmuş galiba? http://www.minevaganti.net/ olması gerekirken "baccara - sorry i'm a lady" çalıyor.

Sokak Kedisi dedi ki...

Paris;
Çok teşekkür ederim, izledikten sonraki yorumunu da bekliyorum mutlaka,
Sevgiler

Sokak Kedisi dedi ki...

Özlem Öztürk;
Teşekkür ederim övgülerin için, utandım :)
İzledikten sonra filme dair yorumlarını da paylaş lütfen,
Sevgiler

Sokak Kedisi dedi ki...

Sanat Notları;
Merhaba tekrar. Her şeyiyle keyif vermişti film bana da, sinamaseverlerin genel olarak fikir birliği ettiği filmlerden olduğunu düşünüyorum ben de.

Senin filme dair yazını akşam kahveme eşlik etmesi için itina ile ayırdım, teşekkürler link için :)
Sevgiler

Sokak Kedisi dedi ki...

Aslıcım pencere aynı diyorum ya :)) Bak teyid ettin işte gene ;)

Sokak Kedisi dedi ki...

Değil;
Özür dilerim, yanlış linki yapıştırmışım gerçekten.
Ve teşekkür ederim uyarın için, düzelttim şimdi.
Sevgiler

Free Counter