19 Mart 2014 Çarşamba
KahveAltı
Sevgili Blogger dostlarım,
Ne kadar çok zaman olmuş buraya gelip gitmeyeli, sayfama girip de arada geçen vakti görünce pek mahçup hissettim kendimi.
Size de böyle oluyor mu merak ediyorum, kendimi sanal ortamda hissetmediğim bir kaç paylaşım platformundan birisi de Blogger.
Sokak Kedisi ile KahveAltı... Bu blogu, öncekilerden ayıran, benimle olmasına izin verdiğim sürenin uzunluğu diye düşünüyordum aslında. Daha öncekileri terk etmem çok kolay olmuş, bir iki dakika içinde kapatıp öylece silivermiştim düştüğüm tüm notları da.
Ancak geçtiğimiz günlerde, bloğun benim için aslında birlikte geçirdiğim zamandan kıyasla çok daha fazlası olduğunu anladım. Facebook için hazırladığım yeni bir paylaşım sayfasına isim ararken, gelen tüm önerileri bertaraf edip, sürekli aynı kelimelerin etrafında döndüğümü gördüm. Ve aklıma daha fazla seveceğim ve benimseyeceğim bir isim gelmeyince de şaşırdım haylice.
Yeni sayfayı oluşturmadan biraz bu konuda düşünmek istedim, neden ısrarla "Kahve altı" diye...
20 Şubat 2009'da ilk paylaşımı eklemişim bu bloğuma. O tarihten beri de hiç kopmamışım kendisinden. Hemen her sayfasında biraz daha büyümüş, değişmiş ve zamanla başka biri olmuşum. Ama hep ben olmuşum... Sokak Kedisi diye benimsediğim mahlasım, sadece adımı kamufle ederken, kalbimi, fikrimi, hayatımı, isteklerimi, gerçeklerimi hiç kimseden saklamamış. Yaşadıklarım, yazdıklarım; benim bir adım bile dışımda kalmamış. Kahve Altı hayatımı not ettiğim bir günlük, dostlarımı ağırladığım bir mekan ve sevdiklerimle paylaştığım anılarım haline gelmiş.
İşte bu yüzden, yeni bir yola çıkarken bile kendisini benimle taşımak arzum kuvvetle paçalarımdan çekeliyor beni.
Bu nedenle facebook üzerinde henüz yola çıkmış olan bu yeni sayfanın adını da kaçınılmaz bir şekilde "KahveAltı" koymuş bulunuyorum.
Blog yazılarını Facebook üzerinde paylaştığım aktif Sokak Kedisi ile Kahve Altı sayfasından farklı olarak, bu yeni sayfa, sadece özgün yazılarımdan oluşmayacak. Benim satırlarıma ilave olarak, çeşitli yazılardan alıntılanmış satırlar, uygun olacağı düşünülen görsellerle birleştirilip paylaşılıyor bu yeni sayfada. Her şey alıntı, ama hepsi yorumlanışı ile özgün bir anlamda...
KahveAltı facebook sayfası, alıntılar üzerine kurulu bir platform işin kısası.
Bir internet paylaşımcısı olarak, yazılarımın kaynak belirtilmeksizin ortalıkta dolaşıyor olması gururumu okşa da altında adım olmadan paylaşılması benim de canımı sıkıyor elbette. Bu durumu en yakından yaşayan bir üretici olarak, neden sayfada yaptığımız alıntıların kaynağını belirtmediğimizi açıklamak isterim. Her hangi bir görsel, yazı, şiir veya paylaşım, internette son derece yaygın olan "kaynak saptırma" nedeniyle, birden çok isme ithaf edilebilmekte. Bu noktada, zikredilen isimlerden hangisinin doğru olduğunun araştırılmadan kaynak olarak gösterilmesi, çok daha ciddi bir hata bence. İşte bu hataya ortam yaratmamak adına, sayfamızda yaptığımız paylaşımlar alıntıdır diye belirtiyoruz sadece. Sayfa arzu ettiğimiz gibi gelişir ve ileride daha kalabalık bir editör kadromuz olur, araştırma konusunda da yeterli donanıma kavuşursak; her alıntı ve görselde eser sahibine ulaşıp kullanım konusunda bilgilendirmek en büyük isteklerimden.
Alıntı yapmak konusunda fazlasıyla hassas olan bünyemi, bu yeniliğe adapte etmeye çalışırken; sizlere de bir anlamda günah çıkarmış gibi hissediyorum kendimi. Umarım sizler de fikrimi destekler ve yeni sayfaya destek vererek beni yüreklendirirsiniz.
Destek için "Beğen" butonuna tıklamanız gerekiyor. Bunun için sağ barda bulunan Kahve Altı Facebook Sayfası "beğen" butonunu tıklayabilir veya burayı tıklayıp sayfaya giderek "Beğen" butonuna erişebilirsiniz. Umut bu ya, belki arkadaşlarınıza da önerirsiniz yeni sayfayı, çok şey mi istiyorum yoksa?
İşte böyle :)
16 Ocak 2014 Perşembe
2014'ün İlk İcraatı
2014'ün ilk salgınından nasibimi almış bir halde geçirdim tüm haftayı...
Birilerine maaş zammı, kimilerine piyango ikramiyesi, bazılarına da yeni yıl hediyesi yeni başlangıçlar getiren 2014, bana gribal enfeksiyonu uygun gördü...
Hem düztaban, hem solak olunca, bu yaşa kadar hayatta kalmam bile mucize belki aslında. Yazıyı biraz uzatırsam doğrudan kadere bağlayacağım, kahpe felek diye dalacağım dibine, demedi demeyin!
Her şey üstüme binmiş, beni direk ezip geçiyor gibi hissettiğim bu ağlak ve selpak kolisiyle geçen haftam boyunca; etrafımdaki sağlıklı masum insancıklara ettiğim huysuzluğun sınırlarını tahmin etmek için hayal gücünüzü yormayın hiç, ulaşamazsınız geldiğim noktaya.
Bu hikayenin sonunda, tek başına terkedildiği evinde, 60 kedisiyle yaşayan huysuz, yaşlı ve bunak bir ihtiyar olacağım şimdiden alenen gözüküyor gibi. Kedi sayısından çok emin değilim gerçi, ortalama bir rakam verdim...
Kazara yanıma düşerse yolunuz durumu bilin diye dedim;
Hastayım...
Huysuzum...
Hepinize Sağlıklı & Mutlu Yıllar :)
Görsel alıntıdır...
22 Kasım 2013 Cuma
Aşk
Aşkın ömrü 3 yılmış...
Ömür boyu döne dolana arandığımız, uğruna ne saçmalıklara atıldığımız, başkasında görünce dibine kadar kıskandığımız, bazen hatırı için dünyaları yakıp yıktığımız Aşk, topu topu üç yılda jübilesini yapıp, bünyeyi terk ediyormuş.
Geride kalanı; alışkanlık, vefa, endişe ve yalnızlık korkusuymuş...
Sürdürebilmek için, her üç yılda bir tazelemek, rutini değiştirmek, ilişkiyi geliştirmek gerekiyormuş.
Ne için?
3 yıl daha ite kaka gitsin diye...
Yüzünü görmenin bile seni mutlu ettiği, sesini duyduğunda kahkahalar atmak istediğin, kapı çalınca koşarak açmaya gittiğin, sarılınca kollarında ölmek istediğin bir ilişki değilse yaşadığın; nedir ki zaten yaşadığını sandığın ? Böylesi bir beraberliği itsen ne fayda, tazelesen nereye kadar ?
"Aşk acıdır ve acıtır" diyorlar; bir yere kadar ben de varım diyenler arasında. Özlemek mesela, acıdır ve acıtır. Birlikte özlediğini biliyorsan eğer katlanılır... Derdini paylaşırsın, birlikte acır için, eyvallah! Ama seni acıtıp, diğerini ortak etmiyorsa kederine, o zaman durup düşünmek zamanıdır artık. Böylesi duygularla acı çeken insanlar beni hep şaşırtır, çünkü biliyorum ki aşka, birlikte gülmek yakışır...
Bazen duygusuz diyorlar adıma, hiç hak etmediğimi bildiğim halde ama gene de umursamadan diyeceğim lafımı. İki cümle bilirim; can çekişen atları vurmalı ve inceldiği yerden kopmalı...
Kalın hepiniz gerçek AŞK'la...
Görsel alıntıdır...
20 Kasım 2013 Çarşamba
ZamAn
Tarih geçip gidiyor üzerimizden, hem de olanca hızıyla.
Yok hemen "Amannn!" demeyin, sıradan bir "Eyvah yaşlandık" edebiyatı değil yapmak üzere niyetlendiğim şey, sadece farkındayım, yarın artık geri gelmeyecek kıvamında bir serzeniş hedefliyorum içten içe. Gidişat beni ne tarafa yatırır bilmesem de...
Tek taraflı bir akıntının içinde, hızla ileri doğru iteklenirken, ısrarla geriye doğru gitmeye çalışmak nafile bir çabadan başka bir şey değilken... Nedendir hepimizin, aslında bugüne büyük bir karmaşa yaratan, geçmişi tekrar edebilmek telaşı acaba diye düşünüyorum, kendi ettiğim hatayı da bilip, en kalın çuvaldızı kendi payıma saklayarak.
Gelecekteki bilinmezlik mi acaba bu kadar korkutan hepimizi? Ve geçmişin üzerine yapışan 'yaşanmışlık' mı ısıtıyor içimizi, geriye her dönüp baktığımızda sessizce? Ve bundan mı acaba eskiyi yeniye tercih edişimiz aslında her yenilenmek isteyişimizde?
Gördüğüm şu ki; zaman hızlanırken, telaşımız artıyor ve hayata dair özenimizi yitiriyoruz istemesek dahi. Hayata ve hayatımızdakilere dair özenimizi...
Ömrünü bitirip yitip gidenlere hissiyatımızca üzülmeye bile fırsat bulamadan, hızla kaybettiğimiz diğer değerleri izliyor, üstüne yeni bir felaket haberiyle sarsılırken, sonra kendimizi yine yeni bir cenazede buluyoruz son demlerde. Hastalık haberleri, geçmiş olsun telefon ve mesajları, şifa dilekleri karışmış birbirine.
Başlıyor ve bitiyor her yaşanmışlık; biz istemesek, ucuna yapışıp kalsak dahi.
Çocuklar gibi olabilsek, zamanı yolumuza koymadan gönlümüz ileride yaşayabilsek keşke ömür boyu. Telaşsız, sadece o anımıza, yaşamak istediklerimize odaklanıp, yarın kaygısını ilişkilerimize taşımadan, tadını çıkarabilsek elimizi sıkı sıkı tutanların. Bitmeden, yitip gitmeden, geçmişe gömülmeden...
İğneyi size; çuvaldızı kendime...
Görsel alıntıdır...
3 Ekim 2013 Perşembe
Savaş
Bir gün kabul edeceksin, göreceksin sen de ben gibi; hırsınla dans ettiğin her notada bir adım daha atarsın yalnızlığına. Çünkü savaştır o anda yaşadığın, elinde kılıçla tüm sevdalara saldırdığın. İçindeki kaybetme korkusu gün geçtikçe güçlenirken, sen kendi içindeki tilkileri boğacağına göremezsin acınası zayıflığını bir kez daha. Şuursuz ve onursuz bir hamle yaparsın, yokluğunu kabul edip, seni çoktan affedenlere doğru. Saplarsın intikamla bezenmiş kılıcını en çok acıtacağını bildiğin yerlerine, öfken büyür, büyür, büyür ve sığmaz yüreğine. Öyle ya, seni affetmek ne hadlerine!
Kendi başına kalıp, etrafını saran sessizlikle yüzleştiğin anlarda, kalemini kırıp, asarsın hırsını bir başına. Sallanan bedenini seyrederken, kendini affetmek için ağlarsın içini kanata kanata bir lağım çukurunda.
Yaşattıklarına mazeretin yoktur, utancını gizlersin ona maske ettiğin sözde öfkenin hemen ardına.
Ne yazık ki tek bir yüzü yoktur alışılmış ihanetin...
Uyanırsın sen taze bir hırsla, her yeni gün ışıdığında,
Yüreğinde yepyeni bir maske ile koyulursun yine bir savaşa...
Görsel alıntıdır...
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)