21 Eylül 2013 Cumartesi

Deneyin bence...

Reklamı sevmem ama sevdiğim şeyler hakkında konuşmaya da bayılırım, beni bilenler bilirler :)

Bu sene severek sömürdüklerimden bir kaç tanesini kendim için ölümsüzleştireyim istedim, seneye kadar aşkımız sürer mi hiç bilemeden.

 



İlki yaz boyunca günde en az 2 defa kullanmaktan büyük keyif aldığım, kokusuyla ve yumuşaklığıyla beni kendine aşık eden duş jeli, Palmolive Çilek Rüyası :)

Diğer peelingli duş jellerini de keyifle kullandığım marka, bu yaz beni tam on ikiden vurdu.





Diğer tavsiyem; buğday ekmeği. Organik ve tam buğday. İHE tarafından üretilen bu ekmek ekşi maya ile mayalanıyor ve son derece lezzetli. Doğal ve sağlıklı olmasıyla birlikte, tadıyla da sizi mutlu edecek bence. Ve muhtemelen daha ilk denemeden sonra buzdolabınızın vazgeçilmezi olacak. Katkı bulunmadığı için çabuk bozulma riski var, o nedenle ben buzdolabında tutuyorum, gerektikçe çıkarıp, ısıtarak afiyetle mideye indiriyorum :)





Sonuncuyu layıkıyla anlatamayacağım galiba  :)


Eğer yoğun çikolata tadını seviyor, "tatlı ile çok işim yok, gerçek çikolata bitterdir" diyorsanız...  %75 kakaolu organik çikolata Chocolat Stella...











Reklamları izlediniz :))

13 Eylül 2013 Cuma

His



Gözlerimin içine dikip gözlerini, "Ne hissettiğini bilmiyor olman, hiçbir şey hissetmediğini göstermez" dedi arkasına yaslanırken.

Filtresine inmiş olan sigarasından son bir nefes hapsetti içine ve masanın ortasında içi tepeleme izmarit dolmuş olan tablaya bastırdı öylesine. Sönmüş veya sönmemiş olmasına aldırmadan.

Sandalyesini geriye doğru iterken, yavaşça kalktı yerinden. Konuşurum belki diye umarak, kısık gözlerle uzunca baktı yüzüme, uzayan sessizliğime buruk bir tebessüm gönderip, kafa salladı belli belirsiz.

Arkamda kalan kapıya doğru hamle yapıp yanımdan geçerken elini koydu omzuma, sıktı bir an için.

"Gitmiyorum aslında" dedi.

Ve gitti.

Azıcık kelime sarf edip, bolca da susarak, milyonlarca şey konuştuğumuz o günlerden biriydi...







Görsel Jim Jarmusch / Coffee and Cigarettes 'den alınmıştır..

5 Eylül 2013 Perşembe

Yazmak




Dört tarafı camlarla çevrili bir evde yaşıyor olmak gibi bir şey, yazmak/paylaşmak.

Dışarıdan kimin izlediğini hiç bilmeden, hatta izleyen olup olmadığına takılmadan, perdeye veya karanlığa ihtiyaç duymadan, içerideki seni öylece, dosdoğru, yüreğindeki gibi paylaşmak; içinden geldiği gibi kurgusuz ve kaygısız yazmak yani, ne de büyük cesaret.

Hayret...











Görsel alıntıdır...











3 Eylül 2013 Salı

Gece



"Tünelleri seviyorum, umudun sembolleridir onlar. Bir an gelir yeniden aydınlık olur, o sırada gece değilse... "  Amadeu Prado 


İnsanların tüm aydınlıklara atfettiği o kolay kabul edilesi sözde ferahlığı anlamıyorum bazen. Geceye bindirilen onlarca ürkünçlük ve tedirginlik veren sessizlik; çok taraflı ve adaletsiz geliyor bana. Tünelin sonunda, tüm sıcaklığıyla gelenleri karşılayacak güneşe olan hasretin, geceye olan sevgi ve inancı zayıflatıyor olmasındandır belki de...

Ben seviyorum geceleri, tüm karanlık ve yalnızlığıma rağmen.  Gözleriyle değil gönülleriyle gören, fiziksel temasıyla değil duygusuyla dokunmayı bilen, gösterişsiz ve yalın tutkularıyla sevebilenlerin hafifliğiyle aydınlanan karanlıkların göz alıcı sevinciyle yaşamak daha doyurucu geldiği için belki de...

Ben seviyorum geceleri, gündüzü karartan gerçeklere yeğ tuttuğum geceyi parlatan düşlerimle baş başa kalabildiğimden belki de...

Ve ertesi güne dair tüm hayallerimi içinde yaşatabildiğim, aydınlığın kararttığı düşlerimde uçsuz kırlarda koşabildiğim, istediğimce çocuk olabildiğim, dilediğimce sevebildiğim ve suskunluğuma bahane bulmak zorunda olmadığım için belki de...

Ben seviyorum geceleri, karanlığın görmek istemeyenlerden ustaca sakladığı güzelliklerin de aydınlık kadar mutluluk verici olabileceğini bildiğimden belki de...

Her birinin sonunda, gündüzü görmeyi beklemeden kabullenmeli değil mi aslında tünelleri geçmeyi? Yolun sonuna dair umutlarla yaşarken, fark etmeden harcıyoruz hayatın tüm serüvenlerini. Esas karanlık da bu görmek istemeyiş gibi geliyor bana, geriye doğru yaslanıp düşündüğümde.

Yaşamın gece ve gündüzden, umudun düş ve kabullenişten, ömrün başlangıç ve bitişten ibaret olduğunu bilip; suçu zamana yüklemeyenlere olan hayranlık ve özenimdendir geceleri bu kadar sevişim belki de...



&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&



Portekizli bir kadının alnına yazdığı telefon numarası ile hayatı değişen Raimund Gregorius'un, bambaşka hayatlara misafir olduğu ve bu sayede aslında dışarıda gerçekten de nehirlere doğru akan bir hayat olduğunu fark ettiği,  kendi içine dalıp gittiği plansız yolculuğunda misafirim ben de bir süredir.

Bu başkasının macerasında aslında kendi varlığına yolculuğu, 397 sayfayla anlatırken satırlarını okuyucusuna keyifli bir dost haline getiren yazar Pascal Mercier; "Lizbon'a Gece Treni" isimli kitabına seçtiği giriş cümlesinde Jorge Manrique kelimeleriyle şöyle sesleniyor ;

                                            Nuestras vidas son los rios
                                              que van a dar en la mar,
                                                   qu'es el morir

~ ~ ~  Birer nehirdir hayatlarımız adına ölüm denen o denize doğru akan...  ~ ~ ~  











Görsel alıntıdır...









Free Counter