22 Nisan 2010 Perşembe

Merhaba, Ben Süleyman...

23 Nisan 1920 - 23 Nisan 2010

1920



2010




Tam 90 yıl önce Ankara'da kurulan Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin bu iki güne ait birer fotoğrafını paylaşmak istedim sizlerle.

Milletin iradesini temsil eden vekillerin şu görüntüsü, geldiğimiz noktayı yoruma bile gerek kalmaksızın izah etmiyor mu sizce de ?






.............(Görsel alıntıdır)..........

Bu Dünya Çocuklarımızın...



Bilgi için lütfen tıklayın

21 Nisan 2010 Çarşamba

7edi


Sene 2010...

Bu ülkenin bir kentinde 7 kız çocuğuna içlerinde okul idarecilerinin de bulunduğu yaklaşık 100 kişi tarafından yaklaşık 700 gündür tecavüz edilmektedir.

Haber bu.

Olay tamamen korkunç ama en vahim olan hangisi?

Kızların sayısının çokluğu mu?
Yoksa tecavüzcülerin sayısının çokluğu mu?
Belki de eylemin 700 günü aşan uzunluktaki korkunç süresidir ?
Yoksa tecavüzcülerin içinde okulda görevli olan idarecilerin de bulunması mı daha vahim?

Mesele dilden dile geziyor ama kimse kılını kıpırdatmıyor!

Ve tecavüz; büyük kardeşin başına geldikten sonra, küçük olanın da kaderi haline geliyor!

Çünkü duyanlar duymaz gibi, bilenler bilmez gibi yapıyor...

Tecavüzlerin bu kadar kolay olmasına zemin hazırlayan en büyük sebep "tepkisizlik". Ve işte işin en korkunç olan kısmı bu zaten!

Duyuyor ve susuyorsanız bu suça tamamen ortaksınız! Ne farkınız var eylemi bizzat yapanlardan? Ha gidip sizde sıraya girmiş ve bir çocuğu defalarca iğfal etmiş ha duymamış gibi yatıp uyumaya devam etmişsiniz.

Yok hiç farkınız...

Beni iyice hayal kırıklığına uğratan ise aşağıda linkini verdiğim haberi yazanların şu satırları oldu

"Kızların okuluna gittiğimde, tüm çocukların bu olayı bildiğini fark ettim. Yüzüme bakarak, bir yandan sırıtıyor diğer yandan kızları kastederek “Ellere var, bize yok mu” şarkısını söylüyorlardı. "

Ve ben gene çok üzgünüm, çok hem de...

Haber için tıklayın




.............(Görsel alıntıdır)..........

12 Nisan 2010 Pazartesi

Glasnost & Perestroika



1986 Yılında esmeye başlayan Glasnost ( açıklık ) ve Perestroika (yeniden yapılanma) rüzgarları sonucu 31 Ağustos 1991 tarihi itibari ile mevcut varlığını Kırgızistan Cumhuriyeti olarak sürdürmeye başlayan Kırgız topraklarında sular bir türlü durulmuyor.

2010 Nisan ayında ülkede hüküm süren otoriteye duyulan öfkenin sonucu olarak; yaşanan isyanın hükümeti devirmesiyle sonuçlanan bir sivil darbe yaşandı.

Neler oldu bu son bir haftada?


Halk bölündü.
Evler, arabalar yakıldı.
Dükkanlar ve iktidar yanlılarının malları yağmalandı.
Ordu ve Polis teşkilatı ile isyan yanlıları karşı karşıya bırakıldı.
Sonuç;
Silah elinde olan diğerinin canını aldı.
Halk daha da bölündü.
Daha çok ev, araba yakıldı.

( Sol taraftaki Devletbaşkanlığı Sarayı kuşatma altında ve devlet silahlı kuvvetleri tarafından isyancı halka ateş açıldığı an)



Peki bu olayları başlatan sebepler nelerdi sizce?

Başını alıp giden yolsuzluk iddiaları,
Kanun ve kuralların kişiye özel uygulanıyor olması,
Hükümetin "iktidar bende, ne dersem o olur!" tavrı
Hükümetin ortada olan yakınlarını kayırma politikası
Yoksulluk sınırının ülke nüfusunun çoğunun gelirini üstünde kalmış olması
Sürekli artan, halkın satın alma gücünü hızla tüketen fiyatlar...

Kurumları eşit olarak gözetmek ve kanunları eşit olarak uygulamak sorumluluğunu kendine özgü yöntemlerle esneten, bunun yaratacağı kaos ortamını umursamayan iktidarın yarattığı güvensizlik ortamında, tüm kurallar bu sefer dört taraftan kasıtlı olarak tahrik edilen ve muhtemelen el altından örgütlenen halk tarafından yıkıldı.



Sonuçta ülke iktidarı el değiştirdi, parlemento fesh edildi, Anayasa tekrar yazılıyor. Başkanlık koltuğunda Kurmanbek Bakıyev yerine Roza Otunbayeva oturuyor. Amerika ve İngiltere'ye yakınlığı yüzünden aslında bir maşa olduğu söylemleri dillerde gezip duran bir kadın var yani artık geçici olduğu belirtilen iktidarın tepesinde...


( eski Devlet Başkanı Bakiyev'in resmi ayaklar altında )

( Roza Otunbayeva ve diğer muhalif liderler meydanda bir konuşma yapıyorlar )

Herşeyin yerine bir yenisi konuluyor yani.

Tek yerine konulamayacak olan şey ise bu iki günlük olaylar sırasında yitip giden insanlar oldu, HALK yani...


Olaylar sırasında ölenlerin devlet töreniyle gömülüyor olması telafi ediyor mu acaba anasız, babasız kalan öksüz, yetim bebeklerin yokluğunu? Evladını yitiren anaların, babaların acısını? Eşini, kardeşini kaybetmiş insanların akıp giden gözyaşını?




Sözüm bu güzel ülkemin güzel topraklarında yaşayan tüm insanlara; ders alalım gözümüzün önünde yaşananlardan.

Böldürmeyelim kendimizi...

Yıllardır aynı bayrağın altında "Ne Mutlu Türk'üm!" diye haykıran bir milletin insanına, "bu söyleminiz bölücülüktür" diyerek "Ne mutlu insanım" dedirten zihniyetin yapmak istediği tek şey birliğinden kuvvet alan güçlü Türk Milletini bölmek isteğidir. Bizim bütünlüğümüz yüreğimizde taşıdığımız Türklüğümüzdür çünkü.

Nasıl sarışın, esmer, uzun, kısa, genç, yaşlı olmamız engel değilse birliğimize, aynı şekilde Laz, Kürt, Çerkez, Azeri, Ermeni, Yahudi olmamız da sebep değil bölünmemize. Yeni bir karışım değiliz ki bizler bir kabın içinde harmanlanmaya çalışılan; bilakis yıllardır birbiriyle yoğurulan ve pişmiş bir somun ekmek gibiyiz. Bizden lokma kapmaya çalışan onca el uzatana kanarsak lezzetimizden de varlığımızdan da olacağız işin kötüsü...

Bu topraklar üstünde aynı ortak geçmişe imza atmış, dini ve etnik ayrım yapmaksızın Türk Halkı olmanın gururunu taşımış olan bizler için en büyük ilk tehlike "Öteki" gibi hissetme kuşkusunun yüreklere yerleşmesidir ki ne yazık ki bu oyun oynandı ve bitti üstümüzde.

Korkum odur ki sonrasında gelecek yeni oyunlara karşı birlikte durmayı beceremezsek bizim tepemizde de esecek kontrolü mümkün olmayan rüzgarlar ve yerine yenisi konulamayacak tek şey birliğinden güç alan halkımız olacak ...

Ve bu gelecek hiç yakışmayacak benim tüm medeniyetlerin ortasında bir güneş gibi parlayan güzel ülkeme...





Not: Görseller yaşanan olaylar sırasında Bişkek'de bulunan tarihçi ve sosyolog dostum Sevgili Dr. Yunus Emre Gürbüz'e aittir ve Wind of Change? isimli albümünden alınmıştır, izinsiz kopyalanamaz.

1 Nisan 2010 Perşembe

09:00


Bütün bir gün boyunca, anlamsız düşüncelerin peşine takılarak yorulan beynimi dinlendirebilmek için, gecenin bir vakti yattığım yatakta en büyük arzum bir an önce uyuyabilmekti.

Ne çare ki her seferinde uykunun bu sefer beni kucaklayacağına inanarak bir sağa bir sola dönerken, saatin neredeyse sabah olduğunu farketmiş olmam ise şok etkisi yaratmıştı üstümde.

Ve bu ruh hali içerisinde "Uyumalıyım!!!" paniğiyle gözümü neredeyse henüz kapatmış ve kendimi bir gelincik tarlasında mışıl mışıl uyur hayal ederken diğer odadan gelen " Anneeeee uyanma saati geldi miiii ?" sorusu bir insana yapılabilecek en acımasız, en korkunç 1 Nisan şakası değildir de nedir sizce ?

:))

Skoru veriyorum; 1 Nisan& Oğluş : 1 - Ben : 0

Not: Çok uykum var...






.............(Görsel alıntıdır)..........
Free Counter